31 Mayıs 2011 Salı

geçtiğimiz  cuma günü   mutfak ağrım tutmuş durumdayken      ortam müsaitti,   işi astım.      goncam ve oğlum da evdeydi,      kahvaltıda pizza yapasım geldi.        tarifsiz felan mayalayıverdim,     hoop fırına;





cuma sohbetine ,  son moda krem şantili kurabiyeden yaptım.    tarif    hünerli bayanlardan.    sonra koştura koştura,      ilçemizin yeni sitelerinden birine gittik   z.teyzeyle;





bu soframızın kuruluş aşaması.      humus,  yoğurtlu kırmızı biber,    kabak kavurması yoğurtlu,   tavuk kıymalı patatesli börek,      mısır gevreğinden peri bacaları,    revani,    piyaz,   yeşil salata,    krem şantili kurabiye,un kurabiyesi,    yalancı tiramisu.
fotoda gözükmeyen çorba,   ızgara tavuk ve bulgur pilavı sonradan geldi.    peri bacalarının tarifini aldık;
50 gr tereyağ eritilir,     eritilmiş metro çikolata katılır,   üç kaşık bal,      300 gr corn flakes karıştırılır.
huninin ağzına veya tırtıl kurabiye kalıbına  doldurulur ve  huni şekli verilir.
bu da bugünkü tefsir dersimizde öğrendiğimiz dua;


29 Mayıs 2011 Pazar

evim evim

huzur bulduğum  yerim.
ayağımı uzatabildiğim ,   eşarbımı çıkarabildiğim  rahat alanım.      dışardaki çirkefe dur diyebildiğim






 ya sizin   eviniz ...  ?

28 Mayıs 2011 Cumartesi

başlasın faullü günler

kendi kendimi    ne kadar uyarsam da ,   rahat değil işte içim.      belki de   kendi halimde olmaya alıştığımdan, belki de yaşanabilecek bir olayın,   sarfedilecek iki çift sözün ,  endişesi geriyor bu kadar.   ne kadar telkin etsem de yanlış yaptığımı,    dünden beri diken üstündeyim

aslında bir zamanlar sevinirdim geldiğine.     çocuklarımla kemdimize dönük yaşadığımız günlerde,    herşey onların çevresinde dönerken,      özveri hayatımızın önemli bir parçasıyken.             şimdi minnoşlarımızın büyüyüp,     başlarının çaresine bakmaya başladığı dönemde,        biz daha ehli keyf olduk,      belki de ondan bu huzursuzluk




fena değildir de aramız, onun sert çıkışlarından birini yapıp ,  karşılığını aldığı nadir zamanlar haricinde.       annemle konuşabildiğimin fazlasını konuşuruz,       samimi olduğumu bilir hep.
zannederim eltimin gelmesiyle,    aramızda kıyas yapmaya başlayınca daha bir munis oldu kendileri.     20 yılda birbirimizi tanıdık, alıştık artık derken,      huylu huyundan vazgeçmez hasebiyle,    bazen depreşiyor galiba kuyruk acısı,    ve bir sarsıntı yaşıyoruz biz.  
son bayram ziyaretinde yaşananlar ipleri biraz daha gerdi . iletişimimiz koptu gibi; güya sağlamlaştırmaya geliyor,     baharda istanbulda gezme sevdası olduğundan, ciddi şekilde kuşkulansam da

evet;   kaynanam geliyor,       başlasın meconlar...

27 Mayıs 2011 Cuma

sersem sepelek rüyalar

zaten ciddi görüntüler olsa    adı rüya olmazdı değilmi ?       naklen yayın gibi rüyalar düşünsenize.    bırr tüylerim ürperdi.
benimkilerse;   geniş hayalgücümle beslenerek,     ütopikle gerçeklik arasında bir yelpazede seyrediyor doğrusu.         az önce gördüğüm rüya mesela  (hayrolsun) ;    erkekimle eski okulumuza gitmişiz,  geziyoruz , önceden hiç bilmediğimiz odalarını .        zaten tarihi bina ,      nerden ne çıkacağı belli olmayan bir yapıydı,    ama yine de taş gibi sağlam,    toplasan üç katlı bir bina altı üstü.      ama rüyamda ne gizli odalar buluyoruz,    insanların gizli yaşadığı çatı katları,     öyleki çıkılacak merdiven bile olmayan.





sonra okul tren misali,    harekete geçiveriyor ;    bir yolda duraklara uğramaya başlıyor .         mezunlar duraklarda ,    her durakta mikrofonla mezunlara sorular soruluyor.      bizim sorumuz ;  anafikir kaça ayrılır ?   kim bilmiyorum, birisi tüyo verdi iki diye .     ben de deli gibi düşünüyorum;     hımmm.... ikiyse o zaman,    özel ve cins diye saçmalık bu kadarla da kalmıyor . (  hayal meyal ali abinin servise gelip,    zile bastığını duyuyorum ,bunun rüya olduğunun ayrımsamasındayım da yani)  . cevap vericem , birden çantamı göremiyorum bir panikliyorum  , derken  yeter bu kadar saçmalık deyip,    uyandım ( yersen ?)

z. teyze nin rüyaları nerde,  benimkiler nerde ?      görüşemediğimiz günlerde ahvalimi rüyalarında görüp  söylerken benimkiler niye bu kadar saçmalık ?
tamam,    biliyorum aslında sebebi de,    anlamazdan geliyorum    a dostlar belkim değişir diye.

26 Mayıs 2011 Perşembe

polis amca, burnu kanca

diye tekerleme söylerdik, çocukken biz.     nasıl aklıma sirayet etmişse,, hala polis gördüğümde söyleyesim geliyor ,   çocukluğuma bir nebze özenerek
akıl baliğ olduğunda, polislerden uzak durulması gerektiğini, öğrendim  fısıltı gazetesinden ; cıss tılar yani.
kötü bakar,    kötü döverlermiş.    o yıllarda  iki üç kere konuşmuşumdur ;   birisi karakola düştüğümde (başka postta bu konu) diğeri de okuldan çıktığımda.  trafik polisine ,  bana bir taksi çağırırmısınız ?  diye rica etmişliğim vardır




burada sormak lazım ,  döven polis mi ?      gülen polis mi ?
hepimiz kıyafetlerinin değiştiği dönemi hatırlarız .  o zaman garipsemiştik ,   anlatılanlara tersti ,hafif kalıyordu şapkaları filan .     sanki, daha bir bizden oldular .
son yıllarda değişim daha hızlandı.     artık karakollarda  işkence haberleri okumaz olduk,  onun yerine taş atan çocuklara çiçek verir oldular.     haberlere çıkmak isteyen piyonlar  saldırdığında, kendilerini korudular .   her ne kadar bazı dizilerde, küfredip dayak attıkları ısrarla işlense de,  değiştiler onlar





önceden radara yakalandın mı rüşvet çarkları işlemeye başlarken ,    artık reddeder oldular biz değiştik diye. en son kapıya sivil polis gelip ,gayet kibar dille emlak vergisi borcundan dolayı,   karakola davet ! ettiğinde  beynimde son noktayı koydum onlara dair    ve değiştiklerine inandım .
ha bir de goncamla yolda giderken,    kızdım arabadan indim bir gün kızgınca,  o da indi arabaya binermisin ? diye kolumdan tutuyorduki,   bir ekip arabası yanaştı hanfendi iyimisiniz ? dedi .   çılgınca bir an, haince bakıp goncama ,kıyamadım tabii, bindim.      kuzu gibi.       ahh aşk böyle işte
üstüne üstlük güldüklerine de şahidim.     tıpkı bugün birinin yaptığı gibi,     hatta teşekkür bile etti. inanılmaz şımardım bayanlar





ve artık konuşabiliyorum,    kaldırım değiştirmeyi bir kenara bırak.       öyle olmasa soğuk bir akşamda ekip otosunun camını tıklatıp ,  site içine parkeden tırları şikayet edebilirmiydim ?
ahh ..     sevindiriyor böyle değişimler ,    daha da güzel şeyler olacağı ümidine dair,   minik minik müjdeler veriyor,   yorgun dimağlara
sormak lazım,    kadrolaşma diye düdük öttürenlere;
söven polis mi ? gülen polis mi ? diye

25 Mayıs 2011 Çarşamba

dün işten kaytardım,    bilerek ve isteyerek.      hiç yapmadığımı yaptım   ve   biraz tembellik edip, geç kalktım kahvaltıdan sonra da, mutfak macerama başladım.     bir yandan akşam yemeğini hazırladım .   bir yandan da ıslak kek yaptım.     hani şu sosu eritilmiş çikolata olan;    oppss     foto yok

herkes yaptı  ve  pek övdü.  tarif buradan.   yapıp da boncuğuma yolluk koymamak olmazdı şantili poğaçayı;





arada birisine yumurta sürmemişim,nasıl da belli.       tarifi yapanların istisnasız söylediği,     pişerken yayılan enfes koku ve anlatılamaz enfes tat .       övgüleri biraz fazla gelmişti ama,      yapınca gerçek payı anlaşılıyor normal poğaçaların pabucunu dama atacak bu tarif.

cuma sohbetine  barbunya salatası    hazırlandı , tarif  papatyam dan .     elimde barbunya kasesi,       hızlı hızlı gidiyorum.       tam geldim,  kapının önünde bir köpek !        beni görünce,   kuyruğunu sallayıp, ayağa kalkmazmı ?      ehh...   pek bir severim, dört ayaklıları zaten .     hemen tüydüm tabii.      kös kös giderken,    bari birisiyle salatayı       ulaştırabilsem diye de düşünüyorum.      aynı apartmandan çıkan kadınlarla karşılaştım,     biz yeni çıktık, köpek yok demezlermi ?          fırsattır deyip ,   hemen attım kendimi girişe.     ehh...     çıkarken de Allah kerim demi ?
tabii kapı önünde dolanırken   ,  sohbet bitmiş, kaynanam seviyor  usülü,  sofraya yetişmişim.
menümüz;      kısır,   haşhaşlı rulo,   yoğurtlu karışık kızartma,   kurabiye,   dev gibi bir kek,    siirt usülü kısır,   koca bir çanak salata   ve   benim salatam .    unutmadan söyleyeyim;  herkes çok beğendi,hatta içindekileri tahmin etme  yarışına girdiler.

çıkışta,   umreden gelmiş bir hanımı ziyaret ettik     ve derin derin çekilen     ahh   larla sonlandırdık ziyaretimizi. daha sonra da,   z.teyzeye geçtim bir saat kadar.     eve geldiğimde saat sekizbuçuktu
goncam gelmiş erkenden ,   hanım bekliyor gelsin de yemek koysun diye.        oğlum pc ye zom olmuş,yokluğumdan istifade.
kızım arkadaşlarıyla akşam yemeğinde,        annecik gezmede 3. kapıyı tamamlamış gelmiş.

yani erkekler evde ,kadınlar dışarda  tam da olması gerektiği gibi yani.    ahh  kıyamet alameti bunlar

24 Mayıs 2011 Salı

bahar havadisleri

senenin en güzel zamanı; havalar yanar döner de olsa,   arada yüzünü gösteren güneşle, cıvıldaşıyor rüzgarda bir kenara saklanmış kuşlar.     gözlerimizi okşuyor çimenlerin yeşili ,   ağaçların pembiş tomurcukları
bahar;  kıştan sonra alışma devremiz.       ne giyeceğimizi, diyeceğimizi bilemediğimiz ,    genellikle kışa elveda nezlesiyle buluştuğumuz zaman.





yine de yüreğimizin kıpırdadığı,mis gibi taze çimen kokulu  havayı, her içimize çekişte yenilendiğimizi hissettiğimiz mevsim
bahar  ;  zihnimde,  yeni ümitlerin,  fikirlerin imbikten süzülüp, kalbime yerleştiği ,kıpır kıpır ettiği dönem .yeni heveslerle adımların neşeyle dolduğu ,     alabildiğine pozitifliğe açık olduğum    evre.
yaz tatil planlarının yapıldığı,    ümit denizinde hayal gemilerimin pupa yelken gezdiği  zaman
lakin, saydıklarıma ilaveten ,   işlerimizin yavaşlamasıyla muhasebemizin hızlanması, hesaplarımızın sonuçlandığı zaman.     yani hesap kitap devri.

elinden kalemi bırak , gel de  doya doya yaşa bakalım  baharı.   nerdeee ?      bizde bu dönem zor,    sıyrılana kadar bir de bakmışız,      pat diye yaz gelmiş,      hatta temmuz ortası oluvermiş bile.

not;  geçen hafta bloglarımıza ulaşamadığımız gün  arada kaynayan  yazım.       bir kenarda kalmasına,   razı olmadı içim




23 Mayıs 2011 Pazartesi

duygusal biri olmaktan hiç de şikayetçi değildim,   ta ki bu seneye kadar .    bir yaştan sonra sinirler,   etkiyi tepki olarak       vücuda yansıtıyor sanırsam .     bu yüzden üzüntü ve sıkıntı sonrasında ,      kalp çarpıntıları,tansiyon vs sıkıntılar boy gösteriyor.
hayat kime ne vermiş ?    ufak tefek fırsatlarla beraber,  bol bol sorumluluğun  getirdiği endişe ve  üzüntüden başka





öğrenmek lazım , karşıdan  dümdüz gelen ok karşısında    yana çekilmeyi.
ya da düştüğünde ,   şımarık çocuklar gibi yerde oturup ağlarken,       birinin kaldırmasını beklemek yerine ağlamamak için   dişini sıkıp,       üzerini silkelemeyi .         her acıya, üzüntüye karşı bu kadar savunmasız olmamayı,    kalbi katılaştırmayı.   
cerrah  gibi olmak lazım.

sonu yok ki  üzüntülerin ,   vücudun dayanabildiği kadar sadece     o pes ettiğindeyse, işte  asıl dertler o zaman başlıyor

22 Mayıs 2011 Pazar

bir kavga ,bir özür

telaşlı bir gündü gene.   bir kavga,     bir şikayet akabinde gelen özür ,   artı bir misafirlik  sığdırdım bu kısa güne.        hepsinin ardından yaptığım,   akşam yemeğini saymıyorum tabii.    şimdi de adrenalin sonrası bitkinliği yaşıyorum.        zavallı sporculara da buradan selamlar gönderiyorum.





sabah iş rutini her zamanki gibiydi.     öğlene doğru sbs ye girecek oğlumun,    rehberlik hocasını aramak gafletinde bulundum,   son bir ayın programını öğrenmek niyetiyle.      kendisinin,     bizimle hiç irtibat kurmadığından şikayetçi olduğumuz için ,     bir ara değiştirmek istemiştik ama sonra vazgeçtik.
zat-ı şahaneleri ,  bunu yedirememiş olmalı ki ,   beklermiş aramamı demekki ;   siz her şeyin en iyisini bilirsiniz canınız nasıl istiyorsa öyle yapın demez mi ?     hani öğretmen kutsal ya, laf söylemeyiz hiç bu yüzden şaşkınlıkla beraber, kendisini profesyonelliğe davet ettimse de ,     haramzadenin derdi başka. cevap aynı ;siz müdüre  sorun vs vs .   aklı erdiğince  hıncını alıyor.   ummadığım sataşma ,   hele öğretmen diye saygı duyduğumuz kişiden olunca,     kalbim sıkıştı ve       bu konuşma iyi gitmiyor deyip ,   sonlandırdım.





iş çıkışı istikamet ,   dersanenin genel müdürlüğüne oldu.     derdimi tarafsızca anlatmaya çalıştım. son ayını en verimli geçirmesi gereken oğlumu,    bu hocaya teslim etmek istemediğimi söyledim   ve  dilekçemi teslim ettim genel müdüre.       ismi lazım değilin yerine,    onlar utandılar ve özür dilediler .      prosedür işlemeye başladı şube müdürü çağrıldı,    oğlumun en kısa zamanda ,    olgun ve ilgili bir hocaya teslim edilmesi kararlaştırıldı. onlara , süreçten haberdar olmam gerektiğini ısrarla vurguladıktan sonra,     kuş misali uça uça gittim.
nereye mi ?
gezmeye tabiiki .    hocamıza umre dönüşü     hoşgeldin demeye,     işgüzar site grubumuzla.     içeri girdiğimde herkes sofrada,    ağızlar doluyken ,   gözler gülüyordu.      z.teyze ,    kaynanan seviyormuş dediğinde, insiyaki ,    ahh        bir de ben sevebilsem ,     lafı çıktı ağzımdan

sofra demişken , bizim hanımlar     döktürmüşlerdi gene.




su böreği,    patates     ve kırmızı lahana salatası,    tulumba tatlısı,    afyon lokumu,    şekerpare,   kek,elmalı kurabiye,    yoğurtlu havuç,    pudingli revani   ve lahmacun.      hani goncamın giderken  alalımda ye diye teklif ettiği,    benim de burun kıvırdığım.        kısmetinde olunca hiç farketmiyor.      orada yahut burada Mevlam sunuyor sana.     yeterki istemeyi bil,      yeterki sabretmeyi bil.

mimdirik

sevgili aslı mim göndermiş;
eğer zaman tüneli olsaydı,    geçmişten veya gelecekten hangi güne gitmeyi   ,kimi,    hangi olayı görmek isterdiniz?





geçmişe 15 yıl önceye gitmeyi ,   babamı görmeyi , onu zorlayıp doktora götürmeyi ve tedavisini başlatmayı isterdim.             o zaman belki  hala,   aramızda olurdu.

20 Mayıs 2011 Cuma

gel barışalım

kolay olandır kavga edebilmek,     tam da sırası gelmişken,      şöyle eni konu muhatabın hakettiği cinsten.
ama ne zulümdür nefse,     o anda kendini tutabilmek.      burnundan alırken sıksık nefes,    ağzın gerilerek de olsa gülümseyebilmek





ne kadar rahatlatıcıdır,     sinirlendiğinde bağırmak.        deşarj olursun,rahatlarsın.     oh be !     diye soluğun genişler.         kanında adrenalinle kendini yenilmez hissedersin.      haşa !

ne zordur,     bağırmak için açılan ağzı kapamak,   sabırla yutkunmak .       La Havle'nin teselli etkisine sığınmak

eğer amaç,      kalp kırmamaksa sabırsa,    Onun rızasıysa .      ne mutlu
meyve acı     ama  mükafatı çekirdeğinde saklı.       sonsuz hayatta ikram edilmek üzere

not; az önce geçen haftanın yazısı ağız tadının  yorumları uçtu geldi bir yerlerden .(sizin de aklınıza, noktası virgülüne uygun konuşurken ,yazarken  zeki müren geliyormu ? ) 
günü geçmiş demedim cevapladım  zevkle,    yazanların ellerine sağlık
bugünkü plan ,    ataköye doktor kontrolüne gitmek,oradan da  esse.    araya kitapçı da  sıkıştırabilirim,  bir sürü hıstorıcal çıkmış yine.

yer sarsıldığında ,

o kıpırdanamayan anlarda ,     her şeyin;   mal,  mülk, gam,sevinç    gözümüzden yitip gitmesi, baloncuk misali ,




çektiğimiz her nefeste,    Allah korkusu ve ölüm endişesi solumak,    tutulan diller,       titremeye duran eller   size de kıyamet gününü hatırlatıyor mu ?

hani kaçacak hiç bir yerin olmadığı gün ?

19 Mayıs 2011 Perşembe

tekerlenip gitmek, dünyayla beraber

alışkanlığı bilir misiniz ?       insanın hayatına yön veren davranışlar.   bunlar da ikiye ayrılır zannımca ;
olması gereken     ya da kolayına gelen, yapmaya alıştığı .

ahh...      ama ne kadar zor,   bilirmisiniz alışkanlığı değiştirmenin ?    marketten gidip, 1 ltlik bulaşık deterjanı almak işin kolayıdır mesela ,      doğal olanını konsantre de olsa,   elimizle iteleriz pahalı diye.   birileri paralasa da kendini ,   sulandırılınca aynı fiyata geliyor diye.         ya inanamayız  ,        ya  da ilk kutudan sonra eski kankamıza  geri döneriz ,    bizi kanser etse de .       elin gavuru temizlik malzemesi satacağım diye,   milyon dolar dökerken reklama bangır bangır  , sağlık ?     diye soran cılız sesi duymak,    ne mümkün ?

en basit  çöp meselesi .     kaynakları doğru değerlendirmek,  milli servetin korunması felan diye, çırpınırız  tasarruf ampulleriyle , donuk donuk aydınlatırız yuvamızı.     lakin geri dönüşümden bihaber;  şişeler çöpe güm diye atılır        kim şimdi ayıracak da atacak,   onları kumbaralara ?





eğitim mesela ,    eğer çevrende çoğunluk lise mezunuysa,     ygs de  yüksekokullara tav olursun.      dört yıllıklara geçemezsen,     son sınıfta asgari ücret yolu gözüküverir.        ama ufkun açıksa ,  varsa kendini kurtarmış bir örnek;  hayallerinle de doğru orantılı ilerlersin     hayat yolunda

nefse dokunan bir olay olduğunda, kızmak     her zaman kolay yoldur,    sakin olmaksa;   ne kadar zor.
kitaplık dolusu kişisel gelişim de okusanız,    uygulayamadıktan sonra ,  sadece bir kaç ağaç eksiltirsiniz  doğadan.

az biraz da,  şans mı desem ?  nasip mi  ? onun da etkisi var galiba,  hayatta yolunu çizmende.     yazılıysa kaderine ,  gözünün önündeki yardım elini  görmezsin de,     ötedeki belanın peşine düşersin.
önce ne olmak,    nasıl yaşamak gerektiğine karar vermeli,       sonra o amaç doğrultusunda,    ilmek ilmek örmeli yaşamını ki,   haybeye  geçirmesin hayatı,      bahçede yetişen ot misali.





asıl zor olan  ;     çevremizi sarmış ,      dikkat dağıtıcı bir sürü şeyin arasında ;   tv,bilgisayar,  çevre,hayat zorlukları,  gezme tozma   vs vs (aklımıza gelen her şey)    asıl olanı unutmamak.        gayeyi unuttunmu hengamenin ortasında kayboldun gittin .   ama nereye ?
Mevlam sonumuzu hayreylesin,     bizi nefsimizle başbaşa bırakmasın.

ama bir de yaşadık mı     O'nun istediği gibi ,o zaman nasıl da    kolaylaştıracak bizim için .     o yola bir adım attık mı ,    hayat nasıl da basitleşecek .           bir vakit  üzen ,canımızdan bezdirenlere     nasıl da gülüp geçeceğiz.        korkutan karanlıklar,     yüzümüzü  güneşe doğru,  O'na doğru döndüğümüzden,   nasıl da arkamızda kalacak,        unutup gideceğiz.        peşinden koşarken ,    habire tökezleyip düşüren dünya , biz O'na koştukça gölge misali,    nasıl da arkamızdan koşacak ?

18 Mayıs 2011 Çarşamba

sevgili

Allah kimseyi sevdiklerinden ayırmasın .  gecenin bir vaktinde nihayet erkekim döndü,  tamamlandım sanki.



bunlar da bize düşenler ,mis kokularıyla beraber.     şimdi koca bebek uyuyor içerde.       malum sebep; uyku düzeninin şaşması.     sabırla aç bilaç kalkmasını  beklerken,      neden bu kadar ufak ayrılığın zor geldiğini soruyorum kendime .

galiba flört dönemimiz hariç, hiç ayrılık yaşamadığımız için.         tabii bir de askerliği var,o da iki aydı zaten. hele son iki sene,      aynı yerde sabahtan akşama dek beraber olmak,      bir sürü eksinin yanında ,varlığının sesinin,     mimiklerinin iliğime kemiğime işleyip,      hayati organlarımdan biriymişcesine vazgeçilmez olmasına sebep oldu.

yokluğun şiir sevmeyen bünyenin ,    nefesini tıkayan cümleler kurmasına,     hep sen den bahsetmek istemesine sebep   oluyorsa     hala   ve hala,   sevgili ;    galiba sana aşığım .
hani şu okuduğum ilk vampir kitabında yazdığı gibi ;      çok fena ve geri dönülemez şekilde



17 Mayıs 2011 Salı

deşarj mimi

şerifeciğim mimi otomatiğe almış, direk pasladı ,    soruyor neden blog yazıyorsun ? diye.   ondan önce özlem sormuştu zaten
yazıyorum çünkü ;   burası deşarj alanım.aklımdan geçen fikirleri,    hayallerimi,  yaşadıklarımı, sevinçlerimi hüsranlarımı  paylaştığım  kısacası içimi döktüğüm yer burası.      hem de hiç tanımadığım insanlara karşı.
bilinmemek tanınmamak önemli ,   dürüstçe yazabilmek için.





blogumu seviyorum ; çünkü burası benim krallığım.   hem vezirim burada,   hem ayak işçisi,   hem de polisi
bakmayın çenemin düşüklüğüne ,   tanışsak dut yemiş bülbüle dönebilirim her an.    ayrıca blog dünyasında hasbıhal ettiğim insanla,  karşılıklı susuşmak ya da hazetmemek gibi, bir tehlike her zaman var ,  hele bir yay olunca olasılıklar artıyor.    o yüzden blog toplantıları şu an uzak ihtimal,     zaten bu yoğunlukta, istesem de zor
hiç bir şey yazmadım şimdiye kadar   ,eskiden yazdığımız kartlar ,  sevgiliye atılan mektuplar hariç.
şiirden zaten hazetmem.eşimin yazdıkları hariç , hiç de okumam.      insan ne diyecekse,açıkça söylemeli,kafiye aramaya ne gerek var ?      şairler ve şiir sevenler ; sorry,   ama öyle işte.

şimdi bu yazdıklarıma mimmi desem,   iç dökme mi ?    bilemedim
adını siz koyun gari

koşturmaca

cuma gününü sevmiim diycem, günaha gireceğim belki.     o yüzden demiyorum ,anlayan anladı zaten.   cuma günü,   işyerinden geç çıktığım gün olmakla beraber ,   oğluma yetişmek için aksine  yoğun olan trafikte, iki misli bunaldığımız gün.

bir de eve gelince,        yemek telaşına girdim mi ,durum evler şenlik oluyor.      aldıklarımı  dolaba mı yerleştirsem ?     mutfağa mı girsem ?     yoksa toparla beni diyen eve mi girişsem ?      çocuklar duymasının gönülünün dediği gibi ,   bilemiyorum yani .        iki elim daha olsa ,   hiç fena olmaz

hele ufukta varsa      sohbete gitme niyeti,      başlıyorum evin içinde,    kafası kopmuş       tavuklar gibi koşturmaya.      elim boş gitmek istemediğimden ,      bir taraftan yemek,       bir taraftan pasta   vs yapmaya çalışıyorum.         süslenip püslenip çıkmam dördü buluyor.          hal böyleyken , evinden çıkıp sallana sallana beşte gelenlere de ,     pes yani !

bu da bu cuma soframızdı ;





zeytinyağlı enginar, yoğurlu kabak, yoğurtlu havuç ve patlıcan, yeşil salata, simit , benim pastam, revani,yaprak sarması, çiğ köfte,   elmalı kurabiye, nohut -pilav.     şu an neden nefes alamadığımı, anlamışsınızdır artık..

ahh ...    bir de  koşturmacadan sonra,  oturup hocayı dinlerken  gaflet basıp,  uyku çökmese süper olacak .

16 Mayıs 2011 Pazartesi

develer tellal, pireler berber iken,

 pazar sabahı herkes uyur iken işe giden neval ...      hadi cumartesi neyse de,      pazar günü çalışmak ne zormuş,    ne zor.       Allah goncama kolaylık versin.      bir daha eve gelince,    ızgaraları ona yaptırmamaya karar verdim.       hatta ayaklarını bile ovarım çok isterse,    ölüyorum ayaklarımdan şu an





herkes ailece pazar kahvaltısı yaparken      ya da olası gezme planları   ,    bir gözü açık    bir gözü kapalı koşturan divane neval ..          goncasız hayat ,iki gün olsa da ne kadar acayip ,      yediğin yemekte bile aynı tat yok sanki.        adımların tereddütlü gibi.        şımartacak insan da yok.      oğlumla garip garip oturduk akşam.      sabah  beraber çıktık,    o dersaneye ben işe





pikniğe ve    envai çeşit gezme planına hasret neval..        pazar günleri çalışmanın en kötü yanı da bu zaten. ailece gezmeler hayal oluyor .      herkesin yiyip içip,    gezmeden döndüğü saatte eve gelmenin en kötü yanıysa ,    o yorgunlukla mutfağa girmek ya da aslında basit olan,    ama o anda zul gelen,      sağı solu toplama ,ya da ütü vs. gibi işleri yapmak zorunda olmaktır.      hatta düşününce bile yorulur insan

onu bunu bırakalım ;  uykudan bayılan neval..  sosyal haklarımı istiyorum ! pazarları çalışmam  !  diye sokağa inebilirim her an,kork benden erkekim !

15 Mayıs 2011 Pazar

goncasız günler başladı

goncam    terk-i diyar eyledi.       cadılıklarıma dayanamadı ,  kaçtı.       evimizi garip ,   odaları ışıksız ,bizi de gözü yollarda bıraktı.
bu işin şakası .     Mevlam,     gerçeğinden muhafaza eylesin,   her iki cihanda bizi birbirimiz için, tek ve beraber eylesin.      AMİN.





aslında  ,bir iş gezisine çıktı ,  iki gün sonra gelecek .     ama bizdeki hazırlığı gören,   sanırki aylarca yok.
tansiyon hapını (evet maalesef ) koymayı unutma,    cep şarzını  aldın mı ?     vs vs .       son dakika telaşları da işin biberi,    bozulan lavabolar,    su basan banyo,     bavul hazırlamak gibi
bir de yürekteki  minik sızı var;  yabana atamadığımız ,  onun yokluğundan gelen.      devamlı yok olabileceği düşüncesine bir an bile tahammül yok  zaten.

ergen oğlumla bakalım ne maceralara imza atacağız ?    ya da ne çatışmalara ?

13 Mayıs 2011 Cuma

ağız tadı



ağzımızın tadı mı    kaçtı ?
neden     çocukken yediğimiz lezzetler,   aynı değil ?      sofralarımızdan bereket giderken ,   yanına arkadaş olarak,    lezzeti de alıp götürüyormu yoksa ?




yoksa hormonlar bu işe de ,  el attı mı ?     ya da alım gücü arttı ,    ayda yılda yediğimizi her gün yiyebilmek bıktırdı mı ?

galiba öyle.       hatırlıyorum da,    çocukken soframızda noksan olmamasına rağmen,     salam, sucuk, sosis bir kaç ayda bir konurdu.     dayımın oğluna aşağıya ısmarlanırdı.      aşağısı da ,    çoğunuzun bildiği üzere eminönü .

şimdi her köşe başındaki,   süper-hiper marketler nerde o zaman  ?     o tür şeyler aşağıda  satılırdı. annem 4-5 ayda bir,   18 kilo zeytinyağını bitirir,   yenisi sipariş edilir,    onun yanında babam çocuklar yesin diye  o tür kahvaltılık sipariş ederdi.        annem azar azar  önümüze koyar ,payımıza  az düştüğünden ,ne tatlı gelirdi .





anne be derdim ,  babam niye daha çok almıyor ?     ne gerek var ?   onlar pahalı deyince, bize düşen boyun bükmek olurdu.      şimdikiler gibi yere atıp   kendimizi ,  ortalığı yıkmayı bilmezdik biz.

sonra kıyafet ,   ayakkabı alışverişine,   her zaman çıkılmazdı ki.     bir vesile lazımdı     almak için ;  düğün, bayram ,    nişan ya da müsamere.     lise sonda  okurkene,     herkesin ayağında envai çeşit, yurtdışından kaçak converse adidas, vs vs   spor ayakkabı.     o kadar yalvarmama rağmen,   annem esem sporttan başkasını almadı asla.     şimdi yeni doğanın patiği puma marka.      bir de herkes soruyor birbirine,  bu çocuklar neden tatminsiz diye ?
bilmem,   neden acaba ?





hani her gelen iktidara diyorlar ya çok bilmişler ; bu iktidar esnafı batırdı.      ne batması !    küçük balık büyük balığı yedi bitirdi     ve insanlar kazançlarına şükretmeyi bıraktı .   ehh        aza şükretmeyen çoğu da bulamadı.

her mal yerinde satılırdı eskiden.     bir yerde her şey satılmazdı.     pazarda meyve sebze,    şapkacıda şapka, kırtasiyede kitap defter  satılırdı.      her şey olması gereken yerdeydi.

akıllar da öyle                ( iğneyi batırır kaçar teyyare )


.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

başlığın şamatasına aldanmayın  çaresizlik ne zor bir şey
elinin ermemesi gücünün yetmemesi




bazen canının parçasına gücün yetmez acısını dindirmeye
bazen göz görerekten bir yola sapar, bilirsin; sonu hüsrandır.        ne kadar paralasan da kendini gitme  diye  yazılmış alnına çekecek
çaresizsin demektir
bunlar da yeni gelen kitaplarım ;






10 Mayıs 2011 Salı

tijen .nokta. son.

başlık,   hani şurda içim yanarak  hastalığını anlattığım,    lise arkadaşım tijenin sona eren hayatına ait.     hani şu 18 yıl sonra  bulduğumuz, kankamız.
saadet bugün aradı akşamüstü nefes nefese.     hemen dalga geçtim ,    spordayken mi aradın hımbıl diye ? gülmedi,     her zamanki soğukkanlı sesiyle hatır felan sordu,    sonra elif aradı dedi   ve   gerisini söyleyemedi her zamanki köşeli jetonum devreye girdi,   anlayamadım.       sonra da anlamak istemedim.     ama sonuç değişmedi,    tijen iki gün önce gitmişti Mevlasının huzuruna.




iki sene ulaşmaya çalıştık sana .   bilemezdik ki ,   senin özel dertlerinle boğuştuğunu, hastalıkla cebelleştiğini. kavrayamadık,     sakin sakin,  kahvaltı sofrasında verdiğin haberin dehşetini.     öyle güleryüzlüydün ki. eskisi gibi.

planlar yapmıştık heyecanla ,    düzenli gelecektin toplantılarımıza.     hatta ısrar etmiştin,     bana gelin diye.   yormak istemedik,   kıyamadık sana   yorulursun diye.       keşke gelseydik ,   o kadar istemiştin ki.  biz sana kıyamadık
nerden bilelim   iki ay önce bize veda etmeye geldiğini ?   tedavin devam ediyordu,    ağrın sızın oktu.
sohbetin aynıydı , lisedeki çılgın kız.        ne seviniyordum,   en iyi anlayandın beni.    hiç o yıllar geçmemiş gibi gülüştük hepimiz.
hepimizin çocuklarının resmine bakıp,  şaşırdın kaldın.    hele kızımı görünce iyice şaşırdın,inanamıyorum diye . sen bir başınaydın,    bir savrulmuşun elinde heba olmuştu ki yılların.      hepsini okuduk gözlerinde.

iyi insandın sen .     ne kadar inançlıydın ,süslü püslü halinle ve ne kadar çökmüştün o hastalıkla .   öyleki sanki bizden çok büyük ,ablamız gibi olmuştun yanımızda .     olsun ,   biz seni 20 sene önceki halinle hatırlayacağız. inatçı kıvırcık saçları için,   haftada iki gün kuaföre gitmekten imtina etmeyen,      kazaklarını parfüme yatıran çırpı bacaklarına stretch giyen.

ne kadar konuşsak da gittin sen be tijen,  senin kıyametin koptu bile.         sana yapılacak en büyük iyilik arkandan dua göndermek,  arkadaşım .
 bir gün ,  yazarken  ağlamamayı başardığım gün ,  babamın hastalığını  anlatacağım size.