30 Kasım 2011 Çarşamba

evlatlarıma her şefkatli bakışımda,    aklıma O'nun bize olan şefkati gelir.      öyle bir şefkat ve tolerans ki;  bizim için iyiyi şüphesiz bilen    ve yönelten ,   zor yollardan geçerek de olsa.




öyle zorluklar ki,   O'nun yardımıyla aşarken ,  ufak tefek günahlarımızdan kurtulduğumuzu umduğumuz.   çoktan haketmemize rağmen ,    zorlanırken bile nasıl da rahmetle muamele ediyor Mevlamız.
bu da O'nun şefkatine ayrı delil değil mi ?

bizi nefretten soluksuz bırakan,  insanların da yaratıcısı O.    ve bütün insanlık için,   son ana dek tövbe kapılarını açık tutan yine O.       bizlerse,sıkıştığımız anda bunu hakedecek ne yaptım  ?  diyecek kadar şuursuz ve  bardağın boş tarafını görecek kadar kör.

28 Kasım 2011 Pazartesi

torun seven bakacak arkadaş !

geçen ,cuma sohbetine gittim.    işten biraz erken çıkıp eve geldiğimde ,      yarım gün okul tatilini,   kafadan bir haftaya çeviren oğluma bravo;   evi de harp alanına çevirmişti.
işimi bitirip,oturduğumda     kek yapmak aklıma geldi.
klasik tarif;     3 yumurta,    1 bardak şeker,1 bardak süt 1 bardak sıvıyağ ve 3 bardak un.ekstra olarak limon suyu ,    tarçın ve yaban mersini kattım.    fena olmamış hani;




ev sahibi ,   çorba- tavuk- pilav yapmış.      cemaat;    turşu kavurması,    kıymalı pide,    tahinli kurabiye, karışık kızartma,      közlenmiş patlıcan- biber salatası,     zeytinyağlı enginar,     püreli yoğurtlu salata,tuzlu çubuk,    fırında patates getirmiş.     ne kadar açtım    ve ne kadar doydum yarebbim.
Rabbim yiyemeyenlere de yedirsin.
torun mevzuuna gelirsek,    z.teyzenin gelini bir kaç saatlik bir işe gidince,     kızını kaynanasına bırakmaya başladı.      karı koca severek baksalar da,    enerjisine yetişemiyorlar.     bebiş nasıl tatlı anlatamam,   bir lokmada yiyesim geliyor.        lakin her anlattıkça evde ,    kızım da taşı gediğine oturtuyor.   tamam anne,  benimkine de bakarsın diye.

ahh      herkes diyor,     torun evlattan tatlı diye.      lakin,bakacak olsam kızım,     kendim denerdim,diyorum kibarca.     evlatlarım sağolsunlar,    ne kadar yordularsa,yemek seçmeleriyle,   yabanilikleriyle üçüncüyü asla gözüm almadı.      hele oğlumun hastalığından sonra,    onu ihmal etme endişesiyle düşünmedik bile.   minişim başının çaresine bakabildiğinde,    annesi de iş hayatına atılmıştı zaten.
yalnız iki  sene önce,    goncam rüyasında mı gördü desem,     yoksa kırk yaş bunalımından mı bir kaç sefer bebiş olsa felan dedi ,    nasıl belerttiysem gözlerimi korktu adam.

27 Kasım 2011 Pazar

içimizde bir yerlerde sakladığımız, sevgimiz..
şakadan değil,    yalandan değil,    geçici hiç değil...
derinde ve içten    ve samimi      ve sahi;    kalbimizin bir yerinde sakladığımız.
bilmeden,    farkında olmadan,    onu itina ile;     hani  gözümüzü koruduğumuz gibi koruyup, sakladığımız sevgimiz



sevinmeye,mutluluğa ihtiyaç duyduğunda ,    hayattan sıkılıp bunaldığımızda  imdadımıza yetişen sevgimiz
farkına varmasak da,    aspirin gibi      her derdimize yetişen,o derinlerde sevgimiz

nadan,    onu derinde üstü kapalı görünce,    değersiz küllenmiş sanır,      ama bilmez ki hazineler hep öyle görünür.      açığa çıkmayan,    ama etkisini hep hissettiren sevgimiz
dünyanın ağırlığına meydan okuyup,     yerçekimine set çekip,     ayağımızı yerden kesen sevgimiz
bize ait,   bize özel..

25 Kasım 2011 Cuma

tv de   seyrettiğim,      yüzünün belli yerleri itinayla şişirilmiş,    teyzecik yaşındaki stara nasıl da acıyasım var,bu yaşa gelmiş hala,   liglerde diye.         yüzü  mutat aralıklarla yapılan müdahale,  krem    vs ıvır zıvırla ne kadar gencim diye parlasa da,   gözler yoruldum ben diye,   başka bir hikaye anlatmakta.

teyzecik !  boşver otur köşende.     bu yaşta bu kadar faalsen,   vardır sen de bir kaç torun torba.   otur evinde  onları oyala.     bırak , çekil artık sahneden,     yetmedi mi  ? doymadın mı üne ve şakşaklara ?  geriden gelenlere aç biraz yer




zavallı vücudun dillense de   anlatsa,    başına gelenleri;   hüzünlü bir roman olur belki,     senden başka okuyucusu olmayan.
aslında bu kadar çabuk çökmezdin sen,     her gün  allanıp pullanmasaydın    ve cildinin canına okumasaydın. hatta daha da parlardın belki,     şu yetmişlik ninenin yaptığı gibi,     tenine abdest aldığın sudan başka birşey sürmeseydin

ne kadar başarsan da,    gerilmeyi ve gençmiş gibi gözükmeyi,  
unutmuşsun bak;    boynunu çektirmeyi ve örtmeyi.


görsel

24 Kasım 2011 Perşembe

sakin pazar

pazar günü,ziya şark sofrasının konuğuyduk.     belki bahsetmişimdir;     önceden, bolu tüneli açılmadan önce  çoruma gidişlerde,     hasan ustada kahvaltımızı ederdik.     tünelden sonra ,   yeni açılan şubesinden aynı tadı alamadık .      az ilerdeki Ziya'ya gittik,    bir iki sefer.      orayı da beğenmedik,    kaliteyi tutturamamış bayiliği alan firma.       bu sene de,nerdeyse normal lokantaya dönmüş.      artı,    bir de pislik girince işin işine,dönüşte genel müdürlüğe mail attım.       o kadar fazla şikayet almış ki, bayiliği geri almaya karar vermişler.üzüldüğümü söyleyemeyeceğim doğrusu.
Ziya şark sofrasıyla daha önce de  iş yaptığımız için ,   halkla ilişkilere önem verdiklerini rahatça söyleyebilirim. özür mahiyetine,     kahvaltıya davet edildik.
bunlar tabaklarımız;




brunchların bu kadar tutulduğunu bilmiyorduk.     saat onbir gibi olmasına rağmen,  yol üzerindeki yerler,  kahvaltı eden ailelerle doluydu,  şaşırdık.
pazar günleri genelde çalıştığımız için,    brunch yapma fırsatımız olmamıştı şimdiye dek.    ama bir yere gidilecekse,    burası olmalı.     peynirinden tut,   böreklerine tatlılarına kadar hepsi özenli ve kaliteli ürünlerdendi.    dile kolay;  130 çeşit





açık büfeyi çekemedim,     millet harıl harıl alırken,    şıkır şıkır foto çekmek istemedim,   görmemiş misali. ama ne yalan söyleyim ,    kahvaltıda bu kadar çeşidi ,   caprice de bile görmemiştim. tavsiye olunur .





kahvaltıdan sonra,   florya sahilde yürüyüş,   nefes açıyor ve hazmettiriyor,biline..
pazar günleri dışarı çıktığımız nadir anlarda, işimizi halledip     bir an önce eve dönme telaşındayız.    kızımın deyimiyle yaşlanıyoruz mu ne ?

23 Kasım 2011 Çarşamba

nurcihan

seni düşündükçe neden canım sıkılıyor acaba ?
sakın,      kırk yılın bir başı,     haberli ya da habersiz geldiğimde ,      elinde toz bezi ve eşofmanla kapıyı açtığından olmasın ?

ya da 3 yıl boyunca,     yazın aynı keten bluzu ,  kışın aynı kazağı ve eşarbı görmekten ?
20 yıldır aynı mobilyalarla yaşamak ?
ya,    ikinci el bindiğin arabaya ne demeli ?




yine görmezden geleceğim de,    eşin dolarla maaş almasa ve tarla zengini olmasan ?
tek iyi yanın var ; laf taşımazsın asla.      işte bu,     diyalogumuzun yegane sebebidir,    bilesin

ey nurcihanlar !      bilin ki ,    kefenin cebi yok !     acırım ancak size !
size verilenin sefasını süremediğiniz,      sadece hizmetçisi olduğunuz için !

22 Kasım 2011 Salı

dün seyrettim bir süre kelebekleri
seni hatırlattı renkleri,hareketleri
hep tanıdıktı bana o güzellikler,
sonra anladım,sana benzemekmiş dertleri




dün bir süre seyrettim kelebekleri
tanıdık geldi o güzellikleri,cilveleri
bana seni hatırlattı ,hareketleri,renkleri
sonra anladım,meğer sana benzemekmiş dertleri

20 Kasım 2011 Pazar

ara bozan- yürek soğutan , bay ya da bayan

gelmesin uğramasın sayfama,   bozmasın halet-i ruhiyemi,    zor bela kurduğum dengemi.    mümkünse bulsun kendi gibi ,   ara bozan,    kavga çıkaran fesatlıklar kraliçelerini.




misal;    deprem olur    hakettiler der,    kendini bilmez.    saldırır hainler pusuda ,elinden geleni yapanı suçlar, sanma ki içinin yangınından,     nifak serpmektir niyeti  onun.     milli bayram- dini bayram tartışması çıkarır. işi gücü kamplara ayırmak yani .

yoksa ,  yahudiden maaşlı bölücü ajansın da,  haberimiz mi yok ?

genelde yazılarım ,         toplumsal gerçekler  ve eleştirilerden oluşuyor.      eleştirmek hoş değil.    azaltmaya çalıştığımdan emin olabilirsiniz.       yamukluklara karşı, hiç bitmeyen toleransı olan insanlara, nasıl imreniyorum bilseniz.    onlar gibi olmak için,    kimbilir kaç fırın ekmek yemem gerekiyor .

kırkındaki aydınlanmam için (!)  kutluyorum kendimi

19 Kasım 2011 Cumartesi

ayağımın tozuyla kitap fuarından geldim az önce.      ilk defa ,  bir saatte  fuarı gezdim,jet gibi.
aslında , hesapta bugün değil,pazar günü gitmek vardı.    bir anda daha fazla dayanamadım,  iki adım ötedeki kitapların cazibesine ,    attım kendimi otobüse,     hoop tüyaptayım.     hem de topuklu ayakkabıyla.  nasıl gözüm dönmüşse.



yeni bir sürü salon açılmış.      test ve ders kitapları yayınlayanlar ayrı salondaydı.     önceden liste yapıp, internet fiyatlarını da yazmıştım.     aynı fiyatlarla alamayacağımı düşünüyorsam da,   ona yakın bedel ödemeyi gözüme kestirmiştim artık.       bugün alabildiğimi alırım,  pazar günü de hepsini gezerim diye hayalleniyordum ki,   bir de baktım hepsini yüklenmişim .       en güzeli de, çoğunu internet fiyatının da altına aldım   mutluyum :)





pazar gününe kitap okumaktan fuara bir daha gidermiyim ?     bilmem :/
tahmin edileceği üzere sohbeti  asmış bulunuyorum

18 Kasım 2011 Cuma

çizdim bir profil, var mı tanıyan ?

herkes kapanmış evine,     dönmüş çekirdek ailesine.      gezmeler avm ile sınırlanmış.       çocuklar dayıdan haladan bihaber,       paylaşmadığından çocukluktan beri,     alabildiğine bencil.
yürekler sadece evlat- eş sevgisiyle sınırlanmış.       sorumluluklar,     anaya babaya dek uzanmıyor.     kısacası herkes varlık içinde, lakin hala  kendisinde  olmayanın derdinde.




kadınlar giyim kuşam ,    iş,süs    peşinde ( her devirde) .     çocuklar tv başında,    erkekler kahvehanenin kibarcası;     kafelere abone.
misafirlikler hayal,    günler bile dışarda yapılır olmuş, evim kirlenmesin hesaplarından .    hiç oturmadığın salonunda ,      kıyamadığın beyaz koltuklar hasret misafire.      kendinse çekyat tepelerinde kombin düzmekte.

telefonlar doyurucu sohbetlere  kapalı,       sadece ıvır zıvır mesajlarla meşgul,      beyinler de öyle.
yahya kemal,    halit    ziya kitapları kenarda mahzun.      orta malı olmuş kadın günlükleri revaçta.
iffet ve namus olmuş alay konusu.     kedinin ulaşamadığı ciğer oysaki.

içe dönük geçmiş bayramın,    kutlu ve olabildiği kadar mutlu olsun,   Türkiyem

görsel

17 Kasım 2011 Perşembe

kibar olmak

gençlikte kolaydır kızmamak,    sonraları hevesle köpürdüğümüz şeylere.    yardım etmek doğasındadır gencin.   edilen yardıma müteşekkir olmak.

pembe gözlükten olsa gerek;     iyi tarafına bakmak,   kötüyü akla getirmemek.   belki de bu yüzden,   iyilerle iyiliklerle karşılaşmak kolaydır,   onun için.




bir yaştan sonra ,   gözlükler nasıl da kararır;    günlük güneşlik havada şemsiyeyle gezersin.   her meselede mıcırık ararsın,    böyle basit olmamalı diye.    her gülümsemede menfaat ararsın.

öğrendin ya ,o yaşa kadar çile çekmeyi,      unutmuşsundur artık mutluluğu.     hatırlatayım bak sana ;
sağlıktır mutluluk.     tatlı bir sohbet eşliğinde yenen nimettir.  
yavrularının cıvıltısıdır ,  mutluluğun sesi.

görsel

16 Kasım 2011 Çarşamba

son havadisler

bir zamanlar ,   bu isimde bir gazete vardı;   ergenimin yaşında felanken,    babam arada alırdı eve.  sonra silindi gitti,  kiminse artık.

gelelim haberlere;




bayram ertesi,     malum üniversitelerde vize zamanı,      minik kızımı gönderdik,    burnunu  çeke çeke gitti. haketti muzur,     sen boğaziçini tep,   git ankaralara.      şimdi de yollarda git gel dur.      hadi neyse de ilk geldiği gün,       hanım tutturmuş; araba alalımmış ona.       3 ay o kullanacakmış 9 ay ben kullanabilirmişim arabasını.       bak sen akıllıya.        babası ne dese ;      annen aylardır istiyor almıyorum,    sana mı alayım ? bu lafa üzülsem mi,    sevinsem mi bilemedim:(

hadi aldım arabayı       eşime rağmen,       onun işlemleri,        lastiği, servisi, vergisi  hiç anlamam.madem aldın karışmıyorum dese,    yandığım aşikar.    o yüzden  minibüsle gitmeye devam :(





ergenimin duygusal hayatını ,    yakından izlemekteyim;      telefonumdan face' e girmiş ve kapatmamış. naklen yayın gibi,      gelen mesajlarını okumaktayım.         ergenlerin kullandığı  kendine münhasır dil,    hayretten hayrete düşürse de ,       gelişmelerden haberdar olmak, bu    utanılası dedektifliğin tek artısı.
araştırmalarım neticesinde ,     ergenimin bir kıza çok aşık olup,       kul köle haline gelmesinden ne kadar rahatsızsam,       bir iki kızı da yedekte tuttuğundan,     şiddetle kuşkulanıyorum.         elbette bazı kendini bilmezler gibi    zevkle,    yürü evladım kim tutar seni ,     demekten ziyade ,     vay köftehor bu ne trafik bu yaşta !  deme modundayım.         ama diyemiyorum,     haber kaynaklarımın güvenliği açısından.

erkekimle ikimiz ,sanki gökten inmiş gibi hiç lafını etmiyoruz,     lakin yanılıp da ağzımdan pazar lafı kaçarsa   ,goncam bıkmadan ,     pazara gitmemi yasaklıyor.        her hafta  yasağı deliyorum,   özgürlük adına.

pazardan aldığım meyveleri her akşam itinayla yiyor ama !

görseller

15 Kasım 2011 Salı

aşk-meşk

aşk ,      ahh nasıl güzeldir,       insanı nefessiz ,     beyni oksijensiz bırakan...
alıcılar  tek bir yöne ayarlı,     gerisine sağır,  kör,  dilsiz .      sevgilinin gözü değdiğinde canlanan,   oyuncak bebek misali ,    onun yanında bütün çaylar demli,     nimetler lezzetli,     renkler daha parlak
o gittiğinde ,    pus çöker sanki herşeye ;     biri alacakaranlıkta,      elektrikleri yakmayı unutmuş gibi.
pili çıkarılmış bebek gibi,     kalıverirsin boynu bükük köşede




aşkla evlenenler şanslıdır .        soluksuz  kalıp,sonra bir dolu oksijene kavuşmuş gibi,    doyamazsın derin derin nefes almaya.      ama aşk kaç günlük acaba ?      ölsen de yüreğinin yangınından,     24 saat aynı evde yaşamak,     kalbinin sultanıyla bile olsa zordur      ve         illa çarpacak sivri köşeler olacaktır elbet.
sonra bir bakmışsın ki,      sıcak sıcak fırından çıkan pide,       tam yenecek kıvama gelmiş,     yani olmuş sana aşk soslu  sevgi

sevgi;      aşkın koyu kıvamlısı .        özenliysen ve bakımını yaparsan,     ömür boyu sürecek ,hayatının her anına damgasını vuracak hazine .        tabii  kızgınlık ve acele ile iki günde harcamazsan.    hele de  saygıyla beraber   kanka olursa ,senden şanslısı yok bu dünyada . gönlünün eşi de  senin    aynan gibiyse,  işlem tamam.

gönüllü mahkumun hazır   ve nazır,    hayat yolunda .

14 Kasım 2011 Pazartesi

ne olacak halim ?

aney'in nazlısı,    babanın şımarığı,    erkekimin gaydelisi...       eee geçer mi nazlı nazlı hayat ? geçer diyenleri duyar gibiyim.
eevet geçiyor,     sözün burasında bir yemin lazımdı , lakin çocukluktan kalma alışkanlık; yemin edemeyiz (anne korkusuyla hala)




goncam yan baksa küserim,  değil kızmak.     boncuk kızım ergenlikte bile fazla çemkirmedi,   yine de ettiği bir kaç sivri laf,    yüreğimin köşesinde,     unutamıyorum nedense.
oğlumun ergenlik homurdanmalarının,     ne kadar üzdüğünü tahmin edersiniz artık.    hıçkırarak ağlatacak derecede.
iş bu yüzden,      küstümotu halleriyle,hayat nekka zor bilseniz.      ay öyle mi dedi ,  böylemi söylemek istedi ? ince düşünceliysen de ,    işlem tamam,gülmez yüzün, düzelmez kaşların.

üstüne üstlük,    herkesi kendi gibi sanıp,  aman alınacak diye uzun düşünüp konuşursan, mimiklere felan dikkat derken,   insan ilişkileri yoruyor da yoruyor kardeş.




oysa ki herkes bilir;    düz bakıp,    eğmeden bükmeden konuşanın,   daha fazla yaşadığını ve hatta el üstünde tutulduğunu.     misal; yengem,     patavatsızlıklar ve laf sokanlar kraliçesi.   sekseninde bile, yanar döner pullu kadifeler giyiyor.( büyük konuşma teyyare !)

siz bu tarafta belkilerle uğraşırken   o dümdüz yolda hedefine ulaşmış bile.    tümsekler un ufak olur,  dikkatsiz yürüyüşleriyle .    narin çiçekler kopar gider rüzgarıyla,      haberi yoktur.   zor duruma da düşmez pek,  nadandır bu,      uymayalım diye idare mi ederler , şans mıdır  ?   bilinmez

ama bu hayatta dert sahibi olmamak için ,   az biraz görmeyeceksin,   duymayacaksın bacım

12 Kasım 2011 Cumartesi

ay bu çocuk katil edecek beni ya da verem !

bu saat oldu ,   hala yok ortada.
evden,    ne masumane niyetlerle çıkıyor oysa;    gidip parfüm almak,    arkadaşlarıyla şuracıkta gezinmek gibi.
o şuracıklar ,  ta avcılar oluverir,     parfüm sinemaya tekabül eder.





ararsın;    telefonu açmaz,ya da meşgule verir.      sinirin iki katına zıplayıverir.     en kötü senaryo yazma ödüllü annesini de,      kapıdan içeri girdiği an,      üzerine atlayacak kıvama getirir,   böyle böyle.
sinir çarpı iki.

babaya şikayet,     tam bir vakit kaybı.       bizim evde çifte standart kanunları işler çünkü.    kızlar hava kararmadan gelecek,     erkekler free.
adam nerdeyse seviniyor,     erkek adam geç gelir diye. 
hadi bakalım;   sinir çarpı üç.

işin kötüsü;       daha 15 yaşında.
aklı erene dek,      ne başımda saç,     ne de dilimde tüy    kalacak :(((


görsel

11 Kasım 2011 Cuma

bir oda resmine bakıyorum .     tepeden tırnağa istihza yüklü bakışlarla   hem de.
amerikan ailesinin klasiği;    alabildiğine rahat ve eskici artığı gibi duran,    boz yüzlü koltuklar, üzerleri uyum gözetilmeksizin,    her ebatta yastıklarla donatılmış (zaten uyumsuzluk moda).
görüntüsüyle,    dönüp yüzüne bile bakmayacağınız,    pahalı bir soba.

yerler,   sistirelenip cilası esirgenmiş meşe tahtadan.      keza; duvarların bir farkı yok.     çeşit olsun diye,belki de yangın korkusuyla,    sobanın arkasındaki duvara döşenmiş botanik fayanslar..
duvarda ,  alabildiğine beyaz bir çerçeve içinde,    sanırsam bir karalama,muhtemelen eserin sahibi bir çocuk.



yerde kabarık bir post,    bir ayıya sahip olması    kuvvetle muhtemel.
tel ayaklı bir sehpa; bu düşkün odaya daha fazlası olamaz zaten.     üzeri yaşanmışlık izlenimi vermesi için,  kitap ve meyva dolu.

yerdeki puf,    üzerindeki battaniye ve şal yığınıyla,    şeklini kaybetmiş,   inlemekte.
ikili koltukta,    cinsi şaibeli bir köpecik,     bu paspal odada ne işim var ?    dercesine bakınmakta.
itinayla zavallılaştırılmış odadaki tek lüks,   kitaplar ve laleler.     ona da ,  uyumlu bir vazo çok görülmüş ve tabure üstüne iliştirilivermiş.

tek cümleyle özetlersem ;    paranın satın alabileceği ,  en fakir oda.     aneyin deyimiyle,    varlık içinde yokluk.
birileri bu zevksizlik abidesinden  iyi nemalanmış doğrusu.

9 Kasım 2011 Çarşamba

bu bayram

 bizim evde ,   arefe günükahvaltısı;



akşamı,    boğaza gittik akşam saatlerinde.     kale kafede pide yemeyen varsa,    aman kaçırmasın;





odun ateşinde yapıyorlar . akşam olduğundandı belki de,    sahil bize kalmıştı,   kimsecikler yoktu .





bayramın ilk günü     aneye kahvaltıya     gittik..       kardeşlerim akşama doğru anca geleceğinden ,   yalnız bırakmayayım dedim.       keşke gitmeseymişim.     aneyi üzdüm,    pişmanım.     tecrübelerimden ,  ne kadar özür dilesem de,    asla unutmayacağını da biliyorum.

ikinci günü goncam ve oğlum,    çoruma gittiler.         giderayak,şeytanın uğraşması;     herkes asabiydi biraz.
kuru kızımla beraber,    makaron yaptık;





ilk deneme olacak o kadar.akşama kadar tembellik ettik.akşam da gezesimiz geldi kahve içmeye gittik .
bir zamanlar nabrutumun gönderdiği çanta mimi vardı,arada çıksın bakalım;





çantalarım küçüktür. büyük çanta kullandığımda  alışveriş çantasına çevirme eğilimim var da :)
genelde ,telefon ve devasa anahtarlığım cüzdanım derken hiç yer kalmaz.ispatı da resimde zaten.

7 Kasım 2011 Pazartesi

şov zamanı

şimdinin kızları pek bir rahat,    gelinleri de öyle.
 yaşlı kadınlar gibi başlayayım ben de , bizim zamanımızda diye;   biz utangaçtık.     nişanlımıza ve çevreye karşı.   nikah kıyılırken,    kalabalığın karşısında kafamı kaldırıp bakamamıştım bile.   değil   goncamın gözünün içine bakayım.     bizim için formaliteydi nikah hazırlıkları ;  beraber olmamızın önünde engeldi uzaması.   kına gecesi istemedim,  düğün de.     aslolan beraberce yaşayabilmek,    aynı havayı teneffüs edebilmekti.  düğünü geciktiren her şeye savaştık biz.




gelinliğimi eminönünü müdavimleri iyi bilir;   hürriyet çarşısından aldım,    fatihteki gelinlikçiler tabii ki vardı ,ama niye bir gün giyeceğim kıyafet için,   yorayım erkekimin kesesini ?      mobilyalarımızı en ucuzundan taksitle aldık,    hala da oturuyorum( maalesef ),     kuyumcuda triplere girmedim,    ne alıyorlarsa ,onunla yetindim. balayına gitmedim,   ne zaman istesem giderim artık.     goncam düğün öncesi tavrımı , sağolsun hep takdir etti ve    hiç yormadın beni,     diye söylemesi en büyük mükafat .



gelin kızlarımız bazen ,    pek bir besili ,   damat kardeşi gibi duruyor yanında.    yakıştıramıyorum bir geline güngörmüş bakışları.     ohh     işte kaptım oğlanı,    darısı başınıza diye.    aslında sen, nazlanan taraf olmalısın nazlayan değil.         bilmez  misin ki,    nasıl başlarsa öyle gider bir iş.     hazır mısın  takibe devam etmeye ömür boyu?

şimdilerde bakıyorum ,   yabancı dizilerin de fiştiklemesiyle,   tam bir şova dönüştürülüyor.   uzun resim seansları,   abartılı hazırlıklar ,   tasarımcı gelinlikleri,   ayakkabı krizleri,   yıl öncesi yer ayarlama telaşı, kuaför makyaj ritüeli,   vs vs...        boyu aşan masraflar ;     e bir kere evleniyoruz yapmayalım mı ? bahaneleri ... yapın,sizin gününüz   ama,     fanatikliğe,   şova çevirmeden.      eğer seni mutlu eden,   sevdiğinin nihayet kavuşuyoruz bakışı değilse,     o bakış yoksa gözlerinde ,   eyvah !

o zaman otur,    pabuçlarına sarıl    ve    ağla   !

5 Kasım 2011 Cumartesi

4 Kasım 2011 Cuma

halime teyze



bir komşumuz vardı ;    halime teyze.     gerçi hala da var .      almanyadan dönmüş ,her türlü alet edevatı ordan gelme.    işte o,    çat diye   kapısını her çaldığımızda,   şıkır mıkır giyimli açardı.      sanırsın ki misafir bekliyor,       halbuki     ayda yılda bir gelirdi , ona.      her şeyin de,     nerde ucuza ve kaliteli alınacağını da bilirdi.      lakin kaliteli olması, beğeniyi getirmiyor her zaman yanında  .       annemle bir kere benim için alışverişe çıkmışlardı,    hiç unutmam;        iki sene 16 yaşındayken kadın kıyafetleri giymiştim,  nefret ede ede. ee ... tabi biz şimdiki kızlar gibi,   ben bunu giymem deyip,     kenara atamıyorduk.     alternatif kıyafetimiz yoktu çünkü.

paspal annenin,     paspal kızıyım.       aneyde nasıl gördüysem,    öyle devam.     annemin çiçek çiçek, renk renk pijamaları vardı biz küçükken.      büyüdükçe,   üzerlerine bir etek geçirir oldu.    ama altta var yani, yine pijama.     benim de bekarken uzun eteklerim oldu,   çiçekli basmadan.     namaz kılmada nasıl kolaylık olurdu ve yazın nasıl da ferah.




evlenince, biz de yaptık canım,  yeni gelinlik .    tıkır tıkır topuklu terlikler ve hafif makyajla eşi karşılamalar felan.        erkekimin makyaj malzemelerinin kokusuna alerjisi olduğu ortaya,   çıkınca uçtu gitti rujlar allıklar çöpe.       namaz kılınan evde oje nasıl da fazlalık;     yine de soğan kabuğu renkle, azıcık hevesimi aldım,itiraf ediyorum bak.           bebişler olmaya başlayıp , kilolar ayyuka çıkınca ,   tükürük felan derken,      haydi dön bakalım emektar eşofmanlara.

o gün bugün,    hele de işten gelince ,eşofmanlar kurtarıcım.     zaten goncam nadiren bir yerden gelip, üzerimi çıkarmasam sorar,   misafir mi gelicek diye ?     zavallım.      bazen içimden gelir süslenirim,rahat edemezsin diye beni kayırır.

ya beni paspal seviyor ,ya da acayip geliyor,  rutine dönsün istiyor bilemedim :(
soramam  da soru haline getirip.       hani sakal bıyık meselesi ...

3 Kasım 2011 Perşembe

gariplikler komedyası

yoksa tragedyası mı demeliyim ?

garip olan şu ki;    bazen muhatabımızın  davranışları,      kızgınlık lavlarına atarken,    en küçük bir mimiğin ya da jestin,    kalbimizi sıcacık edip,       başımızı kaf dağına erdirmesi.
herhangi birisiyle yaşasak da bu durumu nadiren,    en sık ailemizle olduğu kesin.      misal; erkekimin dağınıklıklarını,    bazen söylene-kıza toplarken,    bazen de bizim tabirle zıbıtılmış   eşyalarda,   nerdeyse bir boynu büküklük,     daha ileri tabirle,     sevimlilik bulabildiğimi söyleyebilirim.     tamamen o anki ruh haletime bağlı.     ya da hormonlarıma.     tiroid hastalarının,    hormon durumu ciddidir aslında; sağı solu belli olmaz.




bardağın dolmasına kalmış olan bir damla da olabiliyor bu sevimli ihmal,    kalbimin taşmasına da.   bakınız sevimli diyorum;   demek ki yumuşaklık mevzubahis,    hali hazırda.
galiba ikili ilişkilere yön veren;    geçmiş hikayeler.      geçmişte ne yaşadıysan    karşındakiyle,nasıl bir kanı oluşturduysa sende,    onun ışığında bakıyorsun muhatabına.
genç kızken,  yanaktan öpmeyi sevmiyor diye önbilgi aldığım,    bir bayanla tanıştırılmıştım.    güya haberli olduğumdan,    öpmeme kararı aldığım halde,  tamamen alışkanlıkla seğirttiğimde,    yüzünde oluşan canı sıkılmış ifadeyi ilgiyle izlemiştim.(o zaman ayıplanan bu tutum,şimdilerde ne kadar alışılmış )*     işte o bayanla geçen sahneden sonra,   devam eden sohbetin nasıl da tutuk kaldığını hatırlıyorum.

yine bunun gibi,    sinirlendiğim şahısların sarılmalarına karşın   kendimi tuttuğum vaki olmuştur,   itiraf ediyorum.  şimdilerde çocuksu bulduğum bu davranış karşısında,      muhatabımın gözünde çakan bir anlık kıvılcımla beraber,    aradaki mesafenin  fersahlarca arttığını ve bu kadar uzaktan,    o kişiyle letişimin sıfır olacağını tahmin etmek zor değil.




neyse ki,  hayat arkadaşımızla aramıza muhabbet hasıl etmeseydi,      söylenen en ağır sözün unutulmasını sağlayan      ve gözgöze sevgiyle bakışı seven,     sevgili Rabbimiz ;   ne olurdu halimiz ?
en basit ifadeyle ,     aile mefhumu kalmaz,     toplum zina yumağıyla çapraşık hale gelirken,   kimsesiz çocuk nüfusu patlardı.        ahlaki çöküş ve tam bir kaos.     tıpkı,     şu an gavuristan ülkelerinin,   asırlardır gözardı ettiği din mefhumuna  sarılarak,     çıkmaya çalıştıkları bataklık gibi yani.

aloo ?      duyuyormusunuz ateistler  ?

* öpmek derken,   bütün bayanlar bilir aslında;  bu eylemin,   yanakları hafifçe birbirine değdirmekten ibaret  olduğunu.

2 Kasım 2011 Çarşamba

çemkiresim var birine ;

çoktan sönmüş bir yanardağın aniden patlaması gibi püskürüp,    habire lav akıtasım var şu istemem yan cebime koyculara ,     kendini ağırdan da olsa     pazarlayanlara.

dürüst olun !       lütfenmişcesine,      ama hergün yılmadan yazı yazıp,     sonra da bırakırım     belki ,  diye takipçilerinize nazlanmayın please .       midem bulanıyor,     dansöz oynar gibi,   her dediğine inanan, temiz niyetli insanların önünde show yapıp,   raks etmelerine.





lütfen yazıyorsan,    niye her gün buralardasın ?     kendini hangi kaf dağının prensesi sanırsın ki,  kimseyi izlenmeye değer bulmazsın ?      ve sana yaltaklanmayan herkesin ağzından çıkana,    bu önyargı neden ?  didikleyip durursan ,  bulursun tabii alınacak bir kelam .    bilirsin tabii, onun sana övgüler düzen tebaandan olamayacağını.     lakin halkın ergenlik çağında hala ,      bilesin.

küçük dünyandaki en ufak kıpırtıyı ,    gittiğin iki adımı olay addedip ,  yayarsın  laf salatasıyla cihana.
yayadur sergini , lakin emin ol   usandık artık pozlardan ,bayan  !

görsel

1 Kasım 2011 Salı

yanlışlıkla sepetime attığım    ve     okurken adeta azap çektiğim kitapta,      bahsi çeken yıldızlar ,aldı götürdü başımda kavak yelleri esen ,  o sıcak yaza.        yıldızlar konusu,      pek ilgi alanıma girmedi ama,   her mevzu bahis olduğunda,     aklıma köydeki o geceyi getirmesi,  ne garip.

onsekiz yaşındayken,      yazın annemle annaannemin köydeki evinde,   bir hafta kalmıştık.   nasıl da sıcak bir yazdı;     yanık ten hevesiyle ,   köye hakim  manzaralı balkonda saklana saklana,yakmıştım kendimi.   yanaklar anne yemekleriyle hafif tombul,    yanık tende gözler,    kedi gözü gibi parlamakta. köydeki akraba kızlarının hepsi bekar .      o zaman köyler ,    şimdiki gibi değil,      yazlar        işlerin en civcivli zamanı. arkadaşlarımız gündüz tarlada çalışıyor,     akşamları da     naciyeciğimin mikron ekranlı siyah beyaz tvsinde bişeyler seyretmeye çalışıyoruz.      istanbula bir saat uzaklıktaki köyde,   çektiğimiz çileye bak.




işte o uzun gecelerden birinde,     ahretim saadetle beraber,       balkonda yıldızlara bakıyoruz hülyalı hülyalı. gökyüzü adeta havaifişek patlatılmışcasına bir yıldız bahçesi gibi.      nerden duymuşsam,  yıldızları saymanın siğil çıkaracağını ,    saymadan seyretmenin telaşı içersindeyim.

içim kıpır kıpır;    isim koyamadığım bir arayış içersinde ruhum.      tedirgin ve yalnız kalbim ,eşini bekliyor belki de.      bu huzursuzluğun,     gökyüzüne dalıp dalıp gitmelerin ve nedensiz iç geçirmelerin sebebi ,başka ne olabilir ki ?      yıldızlara bakıp,    birini düşünmek hayalindeyim.      o birisi de yok aslında.     goncamla sadece,    birbirinin çekimine kapılmış, iki uydu gibiyiz.     uzak ama birbirini gözleyen , gizlice.

saadetle kayan yıldıza bakıp,    dilek tutma mevzusunda konuşup gülüşüyoruz.     aaa     o   da ne ?
hayatımda ilk ve son defa,     hızlıca kayıveriyor yıldız;     yüreğimden gelen dileğe ,engel olmak ne mümkün ? dün gibi aklımda,     hızlıca genç kız kalbinin tüm saflığıyla dilediğim.

şükürler olsun    O'na ki, o dilediğimle evliyim.