30 Aralık 2011 Cuma

ekşi hatun

bir kadının yüzüne,    bıkkınlık çizgilerini yerleştiren nedir sizce ?

hani şu,  hafif somurtuk duran ağzının  çevresindekiler..    yaşın getirdiği ya da zamanla oluşmuş,  gülme çizgilerinden bahsetmiyorum.

işte onların sebebi,  hayatta yaşadığı sıkıntılar olabilir mi ? eşinden ,kaynanasından ya da evlatlarından çektiği sıkıntıların nişanesi ?




yoksa iflah olmaz,  yola gelmez hastalıkların hatırası mı ?

aşırı yağlı ve bakım yapılmayan ciltte oluşan sarkma ?
yok, belki de her istediğine  kavuşmuş,  şımarık hatunun rutin olagelmiş hafif somurtma halinin diyeti.
gençken sevimli duran,yaşlandıkça huysuz bacı görünümü veren.

ahh.. bendekilerin sebebi ne acep ? bu sorunun cevabını bilmek istediğimden hiç emin değilim .

29 Aralık 2011 Perşembe

bağlılık

bir insana bağlı olmak;
mutluluğunun onunkiyle paralel olmasıdır.     o mutsuzken gülemezsin ki. çare ararsın habire,   sorunu çözene yüzünü gülümsetene dek.    baskınsa karakterin hedefine kilitlenir,   sağa sola bakmadan gidiverirsin.

kalpten kalbe bağdan bahsetmiyorum; onun adı belli zaten,aşk ve sevgi.     zikrettiğim bunun yanında getirdiği kendini adamışlık mı desem ,   aynı şeyi isteme mi ,işte öyle bir şey..




bağlıysan sevdiğine,canını yakanı halletmek istersin;   ama dilinle ama elinle.   intikam şekillerin sabrına ve burcuna göre değişir.      sabırlıysan kökten sorunu halletmeye odaklanırsın ,ha bir de verdiği kararın arkasında durabilen biriysen.      canı cananı ağlatanı,ilmek ilmek örerek koza içine hapsedersin,    unutup yarenlik etmek bir yana dursun.

bilirsin çünkü;    onun düşmanı senin de düşmanındır,sorgu suale iknaya mahal vermeden.
neye ikna?
bir insan  attığı her adımda , her icraatta ya da ettiği her münakaşada karşısındakini ikna etmek zorundaysa,o zaman bağlılık yoktur,   kendisinden ikna bekleyende.      aşk sevgi belki ama bağlılık hayır.  bağlılık yoksa da o sevgi inandırıcı değildir,yarımdır.    yavaş yavaş ufalanıp giden ekmek gibidir.

hayat bir savaş halini aldı,  alıyor.    sık sık kendini  birilerine ispata zorlanıyorsun.
ama sevgiliye ?     nereye kadar ?

27 Aralık 2011 Salı

GERÇEK: GÖRMEDİKLERİMİZ Mİ?

Şuuraltını etkilemeyi hedefleyen mesajlara “subliminal” adı verilir. Genel olarak “şuuraltına” yönelik gizli mesajlar olarak ifade edebiliriz. Kişinin şuuraltına “subliminal” mesaj göndermenin birçok yolu bulunuyor. Bunlardan en çok kullanılanları:

1. Dijital ses dosyalarına gizlenen işitsel yolları.

2. Gözle algılanamayacak kadar kısa süreyle ve sık patlayan flaşlar şeklinde sinema ya da televizyon görüntüsü yoluyla şuuraltına itilen 25. kareler.

3. Reklam afişleri, logoları ve benzeri nitelikteki görsel malzemenin içine saklanmış şekil, kelime ve rakamlar.

Bu yöntem; bir ürünün reklamını yapmaktan, bir inancın ya da görüşün propagandasını yapmaya, psikolojik savaşa, uluslararası ilişkilere, yanıltıcı bilgilendirmeye kadar varan geniş bir yelpazede kullanılmaktadır. Görsel ve işitsel olarak (şuurlu) algılananlar değil; şuuraltı seviyesinde algılanan söz, resim, görüntü ve şekillerden oluşur.

Bunlardan en çok kullanılanı dijital ses dosyalarına gizlenen ses mesajlardır. Üzerinde oynanabilirliği, işlenilmesi ve yayılması daha kolayolduğundan MP3 dosyaları gizli mesaj için biçilmiş kaftandır diyebiliriz.
Mesela, en korkunç uygulamalardan sadece biri: Bu uygulamaya Amerika, Irak’ı işgal etmeden önce bir yıl boyunca (daha fazla da olabilir) devam etti. Irak radyolarında Kur’an yayınının altından, çok düşük bir titreşimde, kulakla duyulmayan, ancak dimağla algılanarak Iraklıların şuuraltına gönderilen: “Direnmeniz faydasız” gibi mesajlar verilmiş ve bir ülke işte bu şekilde şuuraltı mesajlar ile işgale hazır edilmiştir.

25. KARE

Kişinin şuuraltına subliminal mesaj göndermenin birçok yolu olduğunu söylemiştik. İşte bunlardan bir diğeri de 25. kare tekniğidir. Peki, nedir bu 25. kare .Gördüğümüz bir anlık görüntü: 655 satır ve frame/çerçeve denilen 24 kareden oluşur.

25. karenin temel mantığıda mesajı şuuraltına göndermek olduğu için, artık dünya sinema sanayisinde bu tekniği kullanmayan yok gibidir. Yani sizler evlerinizde rahat koltuklarınıza oturup herhangi bir televizyon kanalındaki herhangi bir dizi, film ya da bir belgeseli seyrederken aynızamanda 25 karelerle şuuraltınıza gönderilen mesajlara – telkinlere – saldırılara maruz kalabiliyorsunuz

ASIL HEDEF ÇOCUKLAR

Şuuraltı teknolojisi maalesef çizgi filmlerde, şarkılarda, reklam panolarında, filmlerde yasal olmayan bir şekilde kullanılıyor. Çocuklara sevgiyi kardeşliği öğütleyen masum zannettiğimiz çizgi filmlerin arasına pornografik resimler, şiddet unsuru içeren görüntüler bu teknolojiyle saklanıyor. Çocuğumuz fark etmeden o görüntüleri beynine konuk ediyor ve şahsiyetinin oluştuğu o en ciddi yaş diliminde (sıfır – yedi yaş arası) bu görüntüler içeride şuuraltında hapsoluyor. Artık siz siz olun her gördüğünüz ve duyduğunuza çok dikkat edin.

Özellikle Disney, yaptığı çizgi filmlerde cinsellik temasını yıllardır çocuklarımızın şuuraltına kazımıştır. “BU FİLMDE / DİZİDE SANAL REKLAM UYGULANMAKTADIR” Sizler, televizyonlarınızın karşısında uyumaya devam eden ruhlar, koltuğunuza oturup en sevdiğiniz dizi ya da filmleriniz yayına başlarken: “BU FİLMDE / DİZİDE SANAL REKLAM UYGULANMAKTADIR” uyarısını görmediğinizi söyleyebilir misiniz?

ŞUURALTI TELKİNLER YASAK DEĞİL Mİ?


Yasalarımız tüketicinin korunması bakımından, gizli reklam ve şuuraltı reklamı da yasaklamıştır. 3984 sayılı Yasanın 20. maddesi: “Reklamların, program hizmetinin diğer unsurlarından açıkça ve kolaylıkla ayırt edilebilecek ve görsel ve işitsel bakımdan ayrılığı fark edecek biçimde düzenlenmesini, şuuraltı ile algılanan reklamlara izin verilmemesini” hükme bağlamıştır.

Radyo ve Televizyon Kuruluşları Reklam Yayın İlkeleri ve Usulleri İle Reklam Gelirleri Üst Kurul Paylarının Ödenmesi Hakkında Yönetmeliğin 11. maddesine göre de: “Yayınlarda gizli reklam yapılamaz. Programlarda açıkça reklam olduğu belirtilmedikçe ürün veya hizmetler reklam amacını taşıyan şekilde sunulamaz. Çok kısa sürelerle imaj veren, elektronik aygıt veya başka bir araç kullanılarak veya yapılarının ne olduğu konusunu izleyenlerin fark edemeyecekleri veya bilemeyecekleri bir biçime sokarak, bilinçaltıyla algılanmasını sağlayan reklamların yayınlanması yasaktır.” Neticede, Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde şuuraltı reklam yasaklanmıştır. Ama bütün reklamları, dizi, film ve belgeselleri şuuraltı mesaj içerip içermediği noktasında denetleyecek bir yapı kurulamamıştır.

Şuuraltı zihin delillerle ne ikna edilebilir, ne de aldatılabilir. Fikirlere ve imajlara karşılık verir. Şuuraltının en mühim özelliği ise: şuurumuzun farkına varmadığı olayları, sesleri, resimleri kaydetmesidir. Siz 5 katlı bir binaya çıkarken merdivenleri saymıyorsunuz ama şuuraltınızda bu sayı biliniyor ve kaydediliyor. Aynı şekilde bebekliğimize dair hatıralar şuuraltı kayıtlarının arasında bulmak pekala mümkündür.

Şuur ise aynı anda 3 ila 7 işi yapabilir. Daha fazla görev yüklendiğinde kilitlenir. Bu yüzden dikkatimizi yönlendirmediğimiz, bizi o anda ilgilendirmeyen birçok veri bu filtreden süzülür. Beş duyumuzun karşılaştığı çok sayıda duyum, algılanmadan şuuraltı hafıza deposuna aktarılır. Demek ki duyduğumuz, gördüğümüz ama kavrayış olarak algılayamadığımız her şey şuuraltına ileride tekrar kullanılmak üzere veri olarak depolanır ve gelecekteki hareketlerimize yön çizer.

GERÇEK: GÖRMEDİKLERİMİZ Mİ?

Şuuraltı dediğimiz alan, şuurun binde 999′unu oluşturuyor. Yani biz şu anda bu yazıyı, binde 1 seviyesinde görüyor, dinliyor ve okuyoruz.

Bunlar nasıl mı gerçekleşiyor? Gözde bilimsel olarak “fovea hareketleri” olarak isimlendirilen alan sizin şu anda görmediğiniz şeyleri de görüyor. Göz devamlı bir tarama içinde. Tarıyor ve aldığı bilgileri şuuraltına atıyor. Bunlar bilimsel verilerdir. İsteyen araştırsın.

Biz, normal şartlarda, gözümüzün fovea hareketleriyle beynimizde depolanmış şeylerin çok azını hatırlıyoruz. Ama mesela markete gittiğimizde 10 tane deterjan arasından 1 tanesini çekip alıyoruz. Yani gördüğümüzün ve de duyduğumuzun farkında olmadığımız şeylerin, şuur ortamına çıkarak bize o malı satın aldırması söz konusu oluyor.

Yani biz görmediğimizi zannettiğimiz şeyleri aslında görüyoruz ve şuuraltımıza gönderilen verilerin karar verme ya da faaliyete geçme aşamasında fikirlerimizi ve davranışlarımızı doğrudan etkiliyor.

Şimdi neden bu kadar derin bir uyku içinde olduğumuzu, niye bu kadar tepkisiz olduğumuzu, neden aslımızı unuttuğumuzu anlayabiliyor musunuz?

İdris BİLEN

26 Aralık 2011 Pazartesi

romantik erkekler ! nerdesiniz ?

nereye kayboldunuz ayol ?




yoksa  sadece  nişanlıyken aktifleşen bir gen mi bu ?   evlenip iki sene sonra pasif hale gelen  ve vücuttan toptan atılan ?      ya da patlamasız kendini imha ediveren ?

yoksa işinize mi gelmiyor ?
hani siz değil miydiniz ,  sudan sebeplerle aşkınıza bir şeyler hediye etmeye    ya da sürprizlerle şaşırtmaya bayılan ?     egzantrik buketlerle şu günümüz  bu günümüz diye kapımıza dayanan,   sürpriz geziler ve kaçamaklar için kırk takla atan ?      kendinize bağlamak içindi değil mi ?

diğer bir şık  hiç hoşuma gitmeyen;     yoksa sevilmez ,çaba harcanmaya değmez olduk da haberimiz mi yok ?

23 Aralık 2011 Cuma

bozuk moral kahvaltısı ;
minnoş yok :(     ergenim suratsız,  goncam  ekşi,   teyyare huysuz.




evi değiştirmekten vazgeçtik şimdilik.    gayet ferah, iki cepheli ,merkezi yerde,    yakınlarda şirin bir avm' miz bile var.    alışveriş için migrosa gitmeye de gerek yok artık.     yakında metrobüs de biterse,teyyareyi tutabilene aşkolsun.     kadıköy mü desem ,bakırköy mü ya da levent ?    bilmem artık. tek eksisi eski bina oluşu.     bu özelliklerde yeni evlerin fiyatıysa,  uçmuş gitmiş.    gözüm yemiyor o kadar fark için çalışmayı. gezelim- görelim- yiyelim biraz da,  demi?   ömrümüz olursa, yaşlılığımızda oturmak için iki oda bir salonlara bakabilirim.     belki.

yeni ev planlarını,  rafa kaldırdığımızdandır ki,bir zamandır istediğim, ayyuka çıkmış kitaplarımı,  artı ıvır zıvırı  (kullanılmayan  radyatör,ayak masajı aleti -ya bir oyumuz eksikti-,yorgan hurçları) koyabileceğim bir dolap için,  sipariş vermeye gittik.  ahşabın deseninde kararsızım ;





soldaki,sarı ışıkta sağdaki beyaz ışıkta çekilmiş.soldaki  olursa parkelere uyacak.   ikincisini de erkekim beğendi,zevkine güveniyorum. banyo dolaplarını da değiştirme gündemde ,benim gibi kararsızlar için  dert sadece.

ordan çıktığımızda, eşime aldığım çantayı iade etmek için poloya gittik;





incecik  krem bir triko;





hep almayı istediğim kalın çizgili spor gömlek   ve pantolonla değişim yaptık.ona bişey almayı seviyorum :)

22 Aralık 2011 Perşembe

yakamı bırakmayan nezleden bunaldığım şu günlerin,   nasıl geçtiğini anlayamadım bir türlü.  hele bugün... iş çıkışı ,   goncama doğum günü hediyesi için  avm ye gittim ( mecburen ! ) işte hediyem ;




belediye başkanı oradaydı ,dileklerimizi ilettik kendisine :)
oradayken mecburi alışverişe devam ettim .       eve geldiğimde ergenim aç bilaç bekliyordu,   karnını doyurduğumdaysa        oldu sanki kedi; mırıl mırıl..
herkesin vardı,özendim ;



yanındaki de fuardan toplayıp eritemediğim kitap kulem. okuyamıyorum arkadaş. nazar mı değdi ne ?

bunlar da yeni tupperlarım;




öndeki minnoş kızıma anahtarlık. bu da, kokoş annesinin;




ama kocaman çantada şıp diye buluyorum :)

 üzümlü kekten biscotti denemem;




sonuç :   ehhh

19 Aralık 2011 Pazartesi

ey yalnız ruh

nasıl da boynu bükük gezersin .     duruşun ne kadar sakin;     kesilmiş öbür yarısını bekleyen  elma  gibi.
omuzların düşmüş ve sırtın içe çökmüş,  sanki hayallerin bile yitip gitmiş.




sevgiliyi mi özlüyorsun yoksa ?   ama bak yanında o,elini uzatsan dokunabilirsin .ama senin özlediğin  o değil  galiba. gözünün içine bakmamakta oysa.   olamadığı kişi için neden üzüyorsun onu ?   halbuki onu da sen seçmiştin,  güle beğene..

heyhat ! hayat  da seçimlerden ibaret değil midir ?   neyi seçtiysek onu yaşamaz mıyız ?  sevemeyeni  seçersen,olursun paspas .    sevmediğine gidersen olursun, başa taç

ahh   yuvarlanarak bulmak en güzeli  sevgili kapağını ya da tencereni ; ama bu kadar  parlatılmış teneke arasında zor,  epey zor

16 Aralık 2011 Cuma

mimdirik

sevgili havva  rengimi siyah yapmış ;  okey baby,varım.  lakin  mimdirik kalsın burada,    göndermeyeyim kimseye, dolayısıyla da renklendirmeyeyim blogları, durduk yerde :)

dedi ki sevgili amak-ı hayal  ; 7 acayiplik say .hah blogu açtığımdan beri sayıp dururum zaten. fazlanın zararı yok ;

birisinin dayattığı sorumluluğu kabul etmem.    kendim istemeliyim.

muhakkak her yere geç kalırım,   erken hazırlanmaya başlasam da bir şey olur, gecikirim.

el şakalarını ,basit kadın sohbetlerini sevmem ,sıkar




ödünç alınan şeye hassasımdır ,  hemen vermeli.aynı şekilde malıma da sahip çıkarım

sabır erdemlerim arasında değil maalesef,  aksine sabırsızlar kraliçesiyim.

şalter attığında nasıl gözü karayım,   izbandut gibi adamların üzerine yürümüşlüğüm vardır.

feci tersim; herkesin bayıldığını sevmem gıcık kaparım. kibar konuşurum tam tersine, o kişiyle..

ah nasıl uydu bak ;


CANDAN ERÇETİN - Ben Böyleyim








15 Aralık 2011 Perşembe

hangi yaştayım acaba ?

 tabii ki söylemeyeceğim. sadece;

yıkanmış bulaşıkları makineden çıkarıp,   yerleştirmeye üşenecek,

çamaşırları asarken dahi    ütüleri dert edecek,

yağmur yağdığında,    belli noktalardaki kemikleri sızlayacak

merdiven çıkarken nefes nefese kalacak,




oruç tutarken halsizlikten yıkılıp kalacak,

önceden üç ayda bir yaptığı,  derin temizliği yılda bire düşürecek,

canı pasta isteyince pastaneden alacak,

teyze diyen gençlere bozulacak,

gözüne takılanı,   düzeltmeyi unutacak    kadar yaşlıyım bre !

lakin gönül hala genç ve pervasız ;   ne mutlu         ya da eyvah ..

14 Aralık 2011 Çarşamba

bir sorum var; cevabını beğenmediğim

olsaydı başkası yerinde,      çoktan silmiştim ,       koca bir silgiyle      anne.
silemem  ki seni;  dünyaya gelme sebebimsin.        hayatımın kaynağısın.
bana söylediklerini söyleseydi     herhangi biri,     kalbimde de olsa,    kazıyıp atmıştım anne.
lakin sen emanetsin,    babamdan ve bilirim ki,    çektiğim her acı senin yüreğini yakar,    benden fazla çare ararsın




yaptığım hataları bir bir döken ortaya,      olsaydı başkası,      ahh diyecek lafım hiç bitmezdi ona,   sakınmadan düşünmeden.
oysa sana söyleyeceğim her acı söz,     önce yüreğimi  ,   sonra dilimi yakar bilirim.
fakat yaptıklarımı atarken arkaya,     yapmadıklarımı söyleyen olsaydı el,      büyük zevkle dönerdim bir daha aramamacasına.
oysa sen benim annemsin.         kendimi ne kadar paralasam da,     en kolay arkanı döndüğün,     harcadığın olsam da,    annemsin .

herkesin hatasına sonsuz saygın varken     ve      bize bunu devamlı öğütlerken
neden beni  bu kadar zor affediyorsun    anne ?


görsel

12 Aralık 2011 Pazartesi

ne kadar memnunum;    iş hayatımın yeknesak sakin temposundan.      tek derdimin aniden biten erzak olmasından.     iki senedir,    günde en az beş saat ayakta çalışıp didinip ,toptancılarla didişip,evde de annelik yapmaktan    ve takdir görememekten,   ne kadar bıkmışım.
artık sorumlulukları,    mal alımlarını eşime bırakıp,    ücretli çalışan gibi etliye sütlüye karışmadan çalışmak ne rahatmış  yarebbim.      nazar değmesin,    sinirlerim alınmış ,    depresyon hapı içmiş gibiyim.



ey     kendi işim yaygarası koparıp,   bir işte tutunamayanlar ! oturun yerinizde ve sağlıkla yaşayın.   bilin ki;  bu kadar ağır vergilerle   ve bu kadar kaypak piyasa insanlarıyla,   türkiyede iş sahibi olmak    ve devam ettirebilmek,    eğer  gani gani semayeniz yoksa,    ip cambazlığından   yok bir farkı.
avuçla kazanırsanız,   kürek dolusu oluyor ödemeleriniz,     bilanço zamanı şaşkın kızı oynuyorsunuz her daim. tabii halkın sağlığını tehlikeye atmayıp,    geceleri rahat uyumak istiyorsanız.  gerçi  devamlı stres sonunda, dert sahibi olup,   yine de uyuyamıyorsunuz.

aslında kendimi bildim bileli cadıydım.      çocukken fazla arkadaşım olmadı hiç.    gençlikte de öyle; herkesle kanka olan bir kız değildim.     ilk cadılık sinyallerini    dedeme vermişim,     hatırlamıyorum;    şeker tutarken hepsini alacak gibi yapmış,  çemkirmişim bıcırca.  ilk patlamayı da    seboşun kaynanasına  yapmıştım, daha sonra da yengeme.    nasıl yapmam ,    kadın oğlunu evlendirdi seboşla,   sonra da itinayla ayırdı,çeyizini vermedi.     bizimki de bir gün çilingire açtırdı kapıyı    ve eşyaları yükletti kamyona. tam gidecekken,   kaynanası yakalamış ve dövüşmüşler. karakolluk olduklarında ,hayatımda ilk defa karakola gittim.     nasıl sinirlendiysem,  kadına üzerine yürüyüp bağırmışım; rahmetli babamın,   şakınlıkla  karışık  bakışlarını ve sözlerini hala hatırlarım;    hiç böyle olduğunu bilmezdim.      evet baba ,   sinirlenmek sana özeldi bizim evde,   bize fırsat kalmazdı.




ne kadar cadıysam da ,  sevdiklerime karşı o kadar da savunmasızım,    burda yazdığım gibi. yay burcu insanı olarak,    üzüldüğümde dibine dek üzülüyorum maalesef.        kendimi ifade etmek için,    çırpınma seansları başlıyor ve genelde iki gözü ki çeşme gelen,   büyük ağlama.   hele az bir vakit öncesi , coşkuyla güldüysem, sağanak kaçınılmaz oluyor.      duy beni mümine'm.
ve en sevmediğim bölüm başlıyor;     bünyeyi üzene başlayan kin    ve uzak durma.    kendini kollama hasebiyle belki de.
ister aney ister kardeş.    büyük kaçış başlıyor...

11 Aralık 2011 Pazar

bildirge

itiraf ediyorum !  kıskancım !
neyse ki milletin elindeki değildir derdim .  misal,çocuklarımın ,goncamın en iyi arkadaşı olmalıyım.olamam o başka.

ahh     kaynana olmak en büyük korkum bu yüzden . fena halde kıskanacağımdan eminim.

sonra malım pek kıymetlidir !
Rabbimin hazinesinden benimkine tasallut eden her ne varsa, titizcene korumaya uğraşırım.

demişim bir ara !

9 Aralık 2011 Cuma

evliliğin ilk evresi,     neden beraber yaşamın en güzel zamanı    kabul edilir acaba ?
düşündüm de;     kurulan yeni hayatı şekillendirirken,    tüm kararları verme heyacanı,   gönlünün sevdiğine kavuşma sevinci,     kendi zevkine göre döşediğin eşyalarınla , pırıl pırıl çeyizinle,    güzel niyetlerle  girdiğin yeni bir dünya olabilir mi?      çizgilerini senin çizebileceğin beyaz bir sayfa...



aklıma    ilk evlilik zamanlarımız düştüğünde,     yüzüme yerleşen mütebessim ifadeye engel olamıyorum bir çoğunuz gibi :)      ilk yemek denemeleri,    geç kalkmalar,    dönüş saatine ve yönüne bizim karar verdiğimiz gezmeler,    vakit bolluğundan sıkılmalar vs..     hatta ilk yaptığım yemek,   kurufasulye bile hatırımda; eşim tarif etmişti.
öğlene doğru kalkar,     yemeğimi aneyden gördüğüm usül üzerine sabahçıktan  ( bu da onun lafı ) yapar,sonra da bütün gün böceklenirdim.   sebepsiz kıpırdanırdım yani.

okulu bitirip evlenen,     bir sürü yaşıtım gibi ,mutfağa ilgim pek olmadığımdan,   ilk yemek kitabımı aldıktan sonra başladım döktürmeye.     acemi şansı mı desem,yoksa     sevdiğim şeyleri daha bir  hevesle yaptığımdan mıdır,   keklerim kurabiyelerim nefis olurdu.




arabamız olmadığından,      hafta sonları  bıkmadan hep  bakırköye giderdik,     b.çekmeceyi ufak bulup, burun kıvırdığım için.      şaşkın ve amaçsızdık.           kızım babasının omuzlarında az gezmedi,  uyuyakalmadı babasının tepesinde,annesi vitrin bakarken. ne ziyanlık .     şimdiki aklım olsa,      eşimi dinlemez,   bir evimiz veya arabamız olana dek çalışır,    bu yaşta da emekli olurdum .

yaşlı mı oldum nedir ?    şöyle konuşasım var ;
şimdiki yeni evliler nasıl şanslı,    hayata  1-0 başladıkları için.    çoğu hazırca ev sahibi oluyor,düğün borcu desen,    ana- babaya emanet.
onlara ne kalıyor ?  sonsuz gezmeler, saygı sınırını aşan geyikler ve bol bol didişme ..
nerden mi biliyorum ?     kulaklarımın yalancısıyım sadece.

8 Aralık 2011 Perşembe

ev hanım sultanlığı

10 yıl öncesi sorsaydı birileri,    derdim ki ;
ev hanımı olmak en ağır iş.      çocuklarla okullarıyla ilgilen.     yedi- yemedi uğraş .    dağıtılan,kirletilen  evi pırıldat dur .       misafir ağırla ; namın var bugüne bugün ,    klasik tarifler de yapamazsın,   illa ıcırıklı ,bıcırıklı olmalı.

alışveriş,    fatura hep sana bakar zaten.      bu kadaar işten arta kalırsa zamanın gezersin biraz biraz.
akşam gelen eşime ,       dolu dolu geçen günümü iki cümlede özetleyince ne bozulurdum .elim de ağır değildir oysaki.    sık sık isterdim çalışmayı,ev beklemekten iyidir  diye.




lakin ,  yıllar yıllar boyu hep bunları yaptım    ve evde oturdum uslu uslu.    sonra bir gün hiç ummadığım anda, açıldı iş dünyasının kapıları,   ardına kadar .   merakla süzülüverdim  içeriye.

giriş o giriş ;     altı yıl oldu hala  ordayım. emekliliğimi beklersem daha da çıkacağım yok .
yani bitti bizim sultanlık;
erken kalkmalar,    acele yemek uydurmalar     ve en komiği de evden dışarıya çıkmayı hiç istememek.

7 Aralık 2011 Çarşamba

en son ne zaman,    şımartıldığınızı hissettiniz ?     öyle böyle değil ama ,iliklerinize kadar .
eşin ki sayılmaz ama.      zaten  en güzel şımartmayı anne baba yapar;   ne de olsa onların gözünde hep çocuğuz ya.




10 yıl önce,  safra kesesi operasyonu geçirdiğimde ,annemler kaplıcaya giderken,  beni de götürdüler minik oğlumla.     onlar için kaç yaşındaymışım,    çocuklarım eşim varmış farketmiyordu,  biricik kızlarıydım ve bakılmam gerekiyordu o kadar.     bir hafta kaldık orada ve prensesleri gibi baktılar,    üzerime titrediler. babamın bütün huysuzlukları,    sabun köpüğü misali eriyip gitmiş,pamuk gibi olmuştu.    zaten babacığımı asabi yapan iş hayatıydı sanırsam, kaldıramıyordu.

o bir hafta,     kızım okula nasıl gitti, kim hazırladı ,yemeklerini kim yaptı ?  hiç hatırımda değil.  ,   sadece şımartılmanın insanı eski bir battaniye gibi ,saran tanıdık sıcaklığını hatırlıyorum.   aileme has sıcak hatıralar arasında yerlerini ne de güzel almışlar,    aradan geçen yıllara rağmen    hatırdan çıkmıyor, anısı bile gülümsetiyor.

biz de yavrularımızın böyle anılarını arttırabilsek..    hayat dağarcıklarında hiç bitmeyecek birer hazine olarak saklayabilecekleri,    böyle değerli zamanları biriktirebilsek.
inanıyorum ki,    hiç bir  sermayenin yapamadığını;    sevilmenin verdiği  özgüven verecektir onlara,  çıktıkları  hayat yolunda

görsel

3 Aralık 2011 Cumartesi

seç- beğen -al

nefret ne kadar zor bir histir;     insanı içten içe  yıkar.     başka yere vermesi gereken dikkati toplar üzerine.  güneşli günlerde  bile  ,  yüreği içi kararmış gezer insan, birinden nefret ederken.  hayattan zevk almasını engeller  hatta.

hele bir nefreti kin haline dönüştürerek ,ömür boyu devam ettirebilmek  nasıl da yalnız bırakır ,  kendine ve çevrene hep bişeyleri iknaya çalışırsın.
 



hırs ise güvenilmez bir yoldaştır;  çıkılan yolda her an her yola haber vermeksizin sapabilen. ya da seni bilmediğin yerlerde bırakıp terkedebilen.
gurur dünyanın en soğuk arkadaşıdır ,bir tatlı söze gülüşe hasret bırakır  insanı.

yay burcu insanı,   aşinadır bu duygulara .      kızgınlık,intikam isteği   gibi diğer aşırı duygulara olduğu gibi.
hele nefret edilen insanla muhatap olmak,  nasıl da ağır gelir  yaylara.    kes kafasını daha iyi.

o kadar saydım bak,beğenmedin mi birini bile ?  o zaman   sağ tarafa alalım şöyle ;    alçakgönüllülük  ve samimiyetin sıcacık ettiği  şu köşeye.
yalnız dikkatli geçin,  bencillik ve işgüzarlığa  takılmadan, iyiniyet taşlarına basaraktan.

2 Aralık 2011 Cuma

yıllar yıllar önce    ,ilçe bile olamamış beldemizin     tek polikliğine ayakta bile duramaz halde götürüldüğümde, göçmen doktor  sormuştu ;
şikayetin ne ?
hangi birini sayayım  ?     demiştim .( hastalığın dilimi etkilemediği belli ) .öksürük,boğaz ağrısı, hapşırmak, hapşıramamak.     ( burada bir gülücük koparmıştım, asık suratlı doktordan ) 

bu arada,    doktorlar neden hiç gülmez ? zihinleri çook çook önemli tıp  tezleriyle mi meşgul olduğundan ya da geçim (!) derdinden mi ,   ya da akşama ne yapsam , ne pişirsem gibi mühim mevzulara mı kayıktır acep kafaları ?




neyse...     doktorun o zaman teşhisi,domuz gribi olmuştu.     tee 15 yıl önce de varmış bu meret demek. ama nasıl grip;   baş dönmesinden ayakta duramıyor insan.       5 çeşit ilaç verdi ve  gribe ilaç mı olurmuş ?  diye dalga geçen bendeniz,      beşini de kullanmadan ayağa kalkamadım.   

bazen,    bu sıkıntıları sırf büyük konuştuğum için yaşadığımı düşünsem de,    ufak günahlarımıza kefaret olsun diye  çektiğimizi düşünmek,   daha hoşuma gider haliyle.
anlamışsınızdır artık,bu kadar hastalık muhabbetinden ;

teyyare hasta ,ama yalnızca bedeni.    dili ve eli sapasağlam :)     dahası yarın bir kutlaması var;   tez vakitte iyileşmek zorunda

görsel

30 Kasım 2011 Çarşamba

evlatlarıma her şefkatli bakışımda,    aklıma O'nun bize olan şefkati gelir.      öyle bir şefkat ve tolerans ki;  bizim için iyiyi şüphesiz bilen    ve yönelten ,   zor yollardan geçerek de olsa.




öyle zorluklar ki,   O'nun yardımıyla aşarken ,  ufak tefek günahlarımızdan kurtulduğumuzu umduğumuz.   çoktan haketmemize rağmen ,    zorlanırken bile nasıl da rahmetle muamele ediyor Mevlamız.
bu da O'nun şefkatine ayrı delil değil mi ?

bizi nefretten soluksuz bırakan,  insanların da yaratıcısı O.    ve bütün insanlık için,   son ana dek tövbe kapılarını açık tutan yine O.       bizlerse,sıkıştığımız anda bunu hakedecek ne yaptım  ?  diyecek kadar şuursuz ve  bardağın boş tarafını görecek kadar kör.

28 Kasım 2011 Pazartesi

torun seven bakacak arkadaş !

geçen ,cuma sohbetine gittim.    işten biraz erken çıkıp eve geldiğimde ,      yarım gün okul tatilini,   kafadan bir haftaya çeviren oğluma bravo;   evi de harp alanına çevirmişti.
işimi bitirip,oturduğumda     kek yapmak aklıma geldi.
klasik tarif;     3 yumurta,    1 bardak şeker,1 bardak süt 1 bardak sıvıyağ ve 3 bardak un.ekstra olarak limon suyu ,    tarçın ve yaban mersini kattım.    fena olmamış hani;




ev sahibi ,   çorba- tavuk- pilav yapmış.      cemaat;    turşu kavurması,    kıymalı pide,    tahinli kurabiye, karışık kızartma,      közlenmiş patlıcan- biber salatası,     zeytinyağlı enginar,     püreli yoğurtlu salata,tuzlu çubuk,    fırında patates getirmiş.     ne kadar açtım    ve ne kadar doydum yarebbim.
Rabbim yiyemeyenlere de yedirsin.
torun mevzuuna gelirsek,    z.teyzenin gelini bir kaç saatlik bir işe gidince,     kızını kaynanasına bırakmaya başladı.      karı koca severek baksalar da,    enerjisine yetişemiyorlar.     bebiş nasıl tatlı anlatamam,   bir lokmada yiyesim geliyor.        lakin her anlattıkça evde ,    kızım da taşı gediğine oturtuyor.   tamam anne,  benimkine de bakarsın diye.

ahh      herkes diyor,     torun evlattan tatlı diye.      lakin,bakacak olsam kızım,     kendim denerdim,diyorum kibarca.     evlatlarım sağolsunlar,    ne kadar yordularsa,yemek seçmeleriyle,   yabanilikleriyle üçüncüyü asla gözüm almadı.      hele oğlumun hastalığından sonra,    onu ihmal etme endişesiyle düşünmedik bile.   minişim başının çaresine bakabildiğinde,    annesi de iş hayatına atılmıştı zaten.
yalnız iki  sene önce,    goncam rüyasında mı gördü desem,     yoksa kırk yaş bunalımından mı bir kaç sefer bebiş olsa felan dedi ,    nasıl belerttiysem gözlerimi korktu adam.

27 Kasım 2011 Pazar

içimizde bir yerlerde sakladığımız, sevgimiz..
şakadan değil,    yalandan değil,    geçici hiç değil...
derinde ve içten    ve samimi      ve sahi;    kalbimizin bir yerinde sakladığımız.
bilmeden,    farkında olmadan,    onu itina ile;     hani  gözümüzü koruduğumuz gibi koruyup, sakladığımız sevgimiz



sevinmeye,mutluluğa ihtiyaç duyduğunda ,    hayattan sıkılıp bunaldığımızda  imdadımıza yetişen sevgimiz
farkına varmasak da,    aspirin gibi      her derdimize yetişen,o derinlerde sevgimiz

nadan,    onu derinde üstü kapalı görünce,    değersiz küllenmiş sanır,      ama bilmez ki hazineler hep öyle görünür.      açığa çıkmayan,    ama etkisini hep hissettiren sevgimiz
dünyanın ağırlığına meydan okuyup,     yerçekimine set çekip,     ayağımızı yerden kesen sevgimiz
bize ait,   bize özel..

25 Kasım 2011 Cuma

tv de   seyrettiğim,      yüzünün belli yerleri itinayla şişirilmiş,    teyzecik yaşındaki stara nasıl da acıyasım var,bu yaşa gelmiş hala,   liglerde diye.         yüzü  mutat aralıklarla yapılan müdahale,  krem    vs ıvır zıvırla ne kadar gencim diye parlasa da,   gözler yoruldum ben diye,   başka bir hikaye anlatmakta.

teyzecik !  boşver otur köşende.     bu yaşta bu kadar faalsen,   vardır sen de bir kaç torun torba.   otur evinde  onları oyala.     bırak , çekil artık sahneden,     yetmedi mi  ? doymadın mı üne ve şakşaklara ?  geriden gelenlere aç biraz yer




zavallı vücudun dillense de   anlatsa,    başına gelenleri;   hüzünlü bir roman olur belki,     senden başka okuyucusu olmayan.
aslında bu kadar çabuk çökmezdin sen,     her gün  allanıp pullanmasaydın    ve cildinin canına okumasaydın. hatta daha da parlardın belki,     şu yetmişlik ninenin yaptığı gibi,     tenine abdest aldığın sudan başka birşey sürmeseydin

ne kadar başarsan da,    gerilmeyi ve gençmiş gibi gözükmeyi,  
unutmuşsun bak;    boynunu çektirmeyi ve örtmeyi.


görsel

24 Kasım 2011 Perşembe

sakin pazar

pazar günü,ziya şark sofrasının konuğuyduk.     belki bahsetmişimdir;     önceden, bolu tüneli açılmadan önce  çoruma gidişlerde,     hasan ustada kahvaltımızı ederdik.     tünelden sonra ,   yeni açılan şubesinden aynı tadı alamadık .      az ilerdeki Ziya'ya gittik,    bir iki sefer.      orayı da beğenmedik,    kaliteyi tutturamamış bayiliği alan firma.       bu sene de,nerdeyse normal lokantaya dönmüş.      artı,    bir de pislik girince işin işine,dönüşte genel müdürlüğe mail attım.       o kadar fazla şikayet almış ki, bayiliği geri almaya karar vermişler.üzüldüğümü söyleyemeyeceğim doğrusu.
Ziya şark sofrasıyla daha önce de  iş yaptığımız için ,   halkla ilişkilere önem verdiklerini rahatça söyleyebilirim. özür mahiyetine,     kahvaltıya davet edildik.
bunlar tabaklarımız;




brunchların bu kadar tutulduğunu bilmiyorduk.     saat onbir gibi olmasına rağmen,  yol üzerindeki yerler,  kahvaltı eden ailelerle doluydu,  şaşırdık.
pazar günleri genelde çalıştığımız için,    brunch yapma fırsatımız olmamıştı şimdiye dek.    ama bir yere gidilecekse,    burası olmalı.     peynirinden tut,   böreklerine tatlılarına kadar hepsi özenli ve kaliteli ürünlerdendi.    dile kolay;  130 çeşit





açık büfeyi çekemedim,     millet harıl harıl alırken,    şıkır şıkır foto çekmek istemedim,   görmemiş misali. ama ne yalan söyleyim ,    kahvaltıda bu kadar çeşidi ,   caprice de bile görmemiştim. tavsiye olunur .





kahvaltıdan sonra,   florya sahilde yürüyüş,   nefes açıyor ve hazmettiriyor,biline..
pazar günleri dışarı çıktığımız nadir anlarda, işimizi halledip     bir an önce eve dönme telaşındayız.    kızımın deyimiyle yaşlanıyoruz mu ne ?

23 Kasım 2011 Çarşamba

nurcihan

seni düşündükçe neden canım sıkılıyor acaba ?
sakın,      kırk yılın bir başı,     haberli ya da habersiz geldiğimde ,      elinde toz bezi ve eşofmanla kapıyı açtığından olmasın ?

ya da 3 yıl boyunca,     yazın aynı keten bluzu ,  kışın aynı kazağı ve eşarbı görmekten ?
20 yıldır aynı mobilyalarla yaşamak ?
ya,    ikinci el bindiğin arabaya ne demeli ?




yine görmezden geleceğim de,    eşin dolarla maaş almasa ve tarla zengini olmasan ?
tek iyi yanın var ; laf taşımazsın asla.      işte bu,     diyalogumuzun yegane sebebidir,    bilesin

ey nurcihanlar !      bilin ki ,    kefenin cebi yok !     acırım ancak size !
size verilenin sefasını süremediğiniz,      sadece hizmetçisi olduğunuz için !

22 Kasım 2011 Salı

dün seyrettim bir süre kelebekleri
seni hatırlattı renkleri,hareketleri
hep tanıdıktı bana o güzellikler,
sonra anladım,sana benzemekmiş dertleri




dün bir süre seyrettim kelebekleri
tanıdık geldi o güzellikleri,cilveleri
bana seni hatırlattı ,hareketleri,renkleri
sonra anladım,meğer sana benzemekmiş dertleri

20 Kasım 2011 Pazar

ara bozan- yürek soğutan , bay ya da bayan

gelmesin uğramasın sayfama,   bozmasın halet-i ruhiyemi,    zor bela kurduğum dengemi.    mümkünse bulsun kendi gibi ,   ara bozan,    kavga çıkaran fesatlıklar kraliçelerini.




misal;    deprem olur    hakettiler der,    kendini bilmez.    saldırır hainler pusuda ,elinden geleni yapanı suçlar, sanma ki içinin yangınından,     nifak serpmektir niyeti  onun.     milli bayram- dini bayram tartışması çıkarır. işi gücü kamplara ayırmak yani .

yoksa ,  yahudiden maaşlı bölücü ajansın da,  haberimiz mi yok ?

genelde yazılarım ,         toplumsal gerçekler  ve eleştirilerden oluşuyor.      eleştirmek hoş değil.    azaltmaya çalıştığımdan emin olabilirsiniz.       yamukluklara karşı, hiç bitmeyen toleransı olan insanlara, nasıl imreniyorum bilseniz.    onlar gibi olmak için,    kimbilir kaç fırın ekmek yemem gerekiyor .

kırkındaki aydınlanmam için (!)  kutluyorum kendimi

19 Kasım 2011 Cumartesi

ayağımın tozuyla kitap fuarından geldim az önce.      ilk defa ,  bir saatte  fuarı gezdim,jet gibi.
aslında , hesapta bugün değil,pazar günü gitmek vardı.    bir anda daha fazla dayanamadım,  iki adım ötedeki kitapların cazibesine ,    attım kendimi otobüse,     hoop tüyaptayım.     hem de topuklu ayakkabıyla.  nasıl gözüm dönmüşse.



yeni bir sürü salon açılmış.      test ve ders kitapları yayınlayanlar ayrı salondaydı.     önceden liste yapıp, internet fiyatlarını da yazmıştım.     aynı fiyatlarla alamayacağımı düşünüyorsam da,   ona yakın bedel ödemeyi gözüme kestirmiştim artık.       bugün alabildiğimi alırım,  pazar günü de hepsini gezerim diye hayalleniyordum ki,   bir de baktım hepsini yüklenmişim .       en güzeli de, çoğunu internet fiyatının da altına aldım   mutluyum :)





pazar gününe kitap okumaktan fuara bir daha gidermiyim ?     bilmem :/
tahmin edileceği üzere sohbeti  asmış bulunuyorum

18 Kasım 2011 Cuma

çizdim bir profil, var mı tanıyan ?

herkes kapanmış evine,     dönmüş çekirdek ailesine.      gezmeler avm ile sınırlanmış.       çocuklar dayıdan haladan bihaber,       paylaşmadığından çocukluktan beri,     alabildiğine bencil.
yürekler sadece evlat- eş sevgisiyle sınırlanmış.       sorumluluklar,     anaya babaya dek uzanmıyor.     kısacası herkes varlık içinde, lakin hala  kendisinde  olmayanın derdinde.




kadınlar giyim kuşam ,    iş,süs    peşinde ( her devirde) .     çocuklar tv başında,    erkekler kahvehanenin kibarcası;     kafelere abone.
misafirlikler hayal,    günler bile dışarda yapılır olmuş, evim kirlenmesin hesaplarından .    hiç oturmadığın salonunda ,      kıyamadığın beyaz koltuklar hasret misafire.      kendinse çekyat tepelerinde kombin düzmekte.

telefonlar doyurucu sohbetlere  kapalı,       sadece ıvır zıvır mesajlarla meşgul,      beyinler de öyle.
yahya kemal,    halit    ziya kitapları kenarda mahzun.      orta malı olmuş kadın günlükleri revaçta.
iffet ve namus olmuş alay konusu.     kedinin ulaşamadığı ciğer oysaki.

içe dönük geçmiş bayramın,    kutlu ve olabildiği kadar mutlu olsun,   Türkiyem

görsel

17 Kasım 2011 Perşembe

kibar olmak

gençlikte kolaydır kızmamak,    sonraları hevesle köpürdüğümüz şeylere.    yardım etmek doğasındadır gencin.   edilen yardıma müteşekkir olmak.

pembe gözlükten olsa gerek;     iyi tarafına bakmak,   kötüyü akla getirmemek.   belki de bu yüzden,   iyilerle iyiliklerle karşılaşmak kolaydır,   onun için.




bir yaştan sonra ,   gözlükler nasıl da kararır;    günlük güneşlik havada şemsiyeyle gezersin.   her meselede mıcırık ararsın,    böyle basit olmamalı diye.    her gülümsemede menfaat ararsın.

öğrendin ya ,o yaşa kadar çile çekmeyi,      unutmuşsundur artık mutluluğu.     hatırlatayım bak sana ;
sağlıktır mutluluk.     tatlı bir sohbet eşliğinde yenen nimettir.  
yavrularının cıvıltısıdır ,  mutluluğun sesi.

görsel

16 Kasım 2011 Çarşamba

son havadisler

bir zamanlar ,   bu isimde bir gazete vardı;   ergenimin yaşında felanken,    babam arada alırdı eve.  sonra silindi gitti,  kiminse artık.

gelelim haberlere;




bayram ertesi,     malum üniversitelerde vize zamanı,      minik kızımı gönderdik,    burnunu  çeke çeke gitti. haketti muzur,     sen boğaziçini tep,   git ankaralara.      şimdi de yollarda git gel dur.      hadi neyse de ilk geldiği gün,       hanım tutturmuş; araba alalımmış ona.       3 ay o kullanacakmış 9 ay ben kullanabilirmişim arabasını.       bak sen akıllıya.        babası ne dese ;      annen aylardır istiyor almıyorum,    sana mı alayım ? bu lafa üzülsem mi,    sevinsem mi bilemedim:(

hadi aldım arabayı       eşime rağmen,       onun işlemleri,        lastiği, servisi, vergisi  hiç anlamam.madem aldın karışmıyorum dese,    yandığım aşikar.    o yüzden  minibüsle gitmeye devam :(





ergenimin duygusal hayatını ,    yakından izlemekteyim;      telefonumdan face' e girmiş ve kapatmamış. naklen yayın gibi,      gelen mesajlarını okumaktayım.         ergenlerin kullandığı  kendine münhasır dil,    hayretten hayrete düşürse de ,       gelişmelerden haberdar olmak, bu    utanılası dedektifliğin tek artısı.
araştırmalarım neticesinde ,     ergenimin bir kıza çok aşık olup,       kul köle haline gelmesinden ne kadar rahatsızsam,       bir iki kızı da yedekte tuttuğundan,     şiddetle kuşkulanıyorum.         elbette bazı kendini bilmezler gibi    zevkle,    yürü evladım kim tutar seni ,     demekten ziyade ,     vay köftehor bu ne trafik bu yaşta !  deme modundayım.         ama diyemiyorum,     haber kaynaklarımın güvenliği açısından.

erkekimle ikimiz ,sanki gökten inmiş gibi hiç lafını etmiyoruz,     lakin yanılıp da ağzımdan pazar lafı kaçarsa   ,goncam bıkmadan ,     pazara gitmemi yasaklıyor.        her hafta  yasağı deliyorum,   özgürlük adına.

pazardan aldığım meyveleri her akşam itinayla yiyor ama !

görseller

15 Kasım 2011 Salı

aşk-meşk

aşk ,      ahh nasıl güzeldir,       insanı nefessiz ,     beyni oksijensiz bırakan...
alıcılar  tek bir yöne ayarlı,     gerisine sağır,  kör,  dilsiz .      sevgilinin gözü değdiğinde canlanan,   oyuncak bebek misali ,    onun yanında bütün çaylar demli,     nimetler lezzetli,     renkler daha parlak
o gittiğinde ,    pus çöker sanki herşeye ;     biri alacakaranlıkta,      elektrikleri yakmayı unutmuş gibi.
pili çıkarılmış bebek gibi,     kalıverirsin boynu bükük köşede




aşkla evlenenler şanslıdır .        soluksuz  kalıp,sonra bir dolu oksijene kavuşmuş gibi,    doyamazsın derin derin nefes almaya.      ama aşk kaç günlük acaba ?      ölsen de yüreğinin yangınından,     24 saat aynı evde yaşamak,     kalbinin sultanıyla bile olsa zordur      ve         illa çarpacak sivri köşeler olacaktır elbet.
sonra bir bakmışsın ki,      sıcak sıcak fırından çıkan pide,       tam yenecek kıvama gelmiş,     yani olmuş sana aşk soslu  sevgi

sevgi;      aşkın koyu kıvamlısı .        özenliysen ve bakımını yaparsan,     ömür boyu sürecek ,hayatının her anına damgasını vuracak hazine .        tabii  kızgınlık ve acele ile iki günde harcamazsan.    hele de  saygıyla beraber   kanka olursa ,senden şanslısı yok bu dünyada . gönlünün eşi de  senin    aynan gibiyse,  işlem tamam.

gönüllü mahkumun hazır   ve nazır,    hayat yolunda .

14 Kasım 2011 Pazartesi

ne olacak halim ?

aney'in nazlısı,    babanın şımarığı,    erkekimin gaydelisi...       eee geçer mi nazlı nazlı hayat ? geçer diyenleri duyar gibiyim.
eevet geçiyor,     sözün burasında bir yemin lazımdı , lakin çocukluktan kalma alışkanlık; yemin edemeyiz (anne korkusuyla hala)




goncam yan baksa küserim,  değil kızmak.     boncuk kızım ergenlikte bile fazla çemkirmedi,   yine de ettiği bir kaç sivri laf,    yüreğimin köşesinde,     unutamıyorum nedense.
oğlumun ergenlik homurdanmalarının,     ne kadar üzdüğünü tahmin edersiniz artık.    hıçkırarak ağlatacak derecede.
iş bu yüzden,      küstümotu halleriyle,hayat nekka zor bilseniz.      ay öyle mi dedi ,  böylemi söylemek istedi ? ince düşünceliysen de ,    işlem tamam,gülmez yüzün, düzelmez kaşların.

üstüne üstlük,    herkesi kendi gibi sanıp,  aman alınacak diye uzun düşünüp konuşursan, mimiklere felan dikkat derken,   insan ilişkileri yoruyor da yoruyor kardeş.




oysa ki herkes bilir;    düz bakıp,    eğmeden bükmeden konuşanın,   daha fazla yaşadığını ve hatta el üstünde tutulduğunu.     misal; yengem,     patavatsızlıklar ve laf sokanlar kraliçesi.   sekseninde bile, yanar döner pullu kadifeler giyiyor.( büyük konuşma teyyare !)

siz bu tarafta belkilerle uğraşırken   o dümdüz yolda hedefine ulaşmış bile.    tümsekler un ufak olur,  dikkatsiz yürüyüşleriyle .    narin çiçekler kopar gider rüzgarıyla,      haberi yoktur.   zor duruma da düşmez pek,  nadandır bu,      uymayalım diye idare mi ederler , şans mıdır  ?   bilinmez

ama bu hayatta dert sahibi olmamak için ,   az biraz görmeyeceksin,   duymayacaksın bacım

12 Kasım 2011 Cumartesi

ay bu çocuk katil edecek beni ya da verem !

bu saat oldu ,   hala yok ortada.
evden,    ne masumane niyetlerle çıkıyor oysa;    gidip parfüm almak,    arkadaşlarıyla şuracıkta gezinmek gibi.
o şuracıklar ,  ta avcılar oluverir,     parfüm sinemaya tekabül eder.





ararsın;    telefonu açmaz,ya da meşgule verir.      sinirin iki katına zıplayıverir.     en kötü senaryo yazma ödüllü annesini de,      kapıdan içeri girdiği an,      üzerine atlayacak kıvama getirir,   böyle böyle.
sinir çarpı iki.

babaya şikayet,     tam bir vakit kaybı.       bizim evde çifte standart kanunları işler çünkü.    kızlar hava kararmadan gelecek,     erkekler free.
adam nerdeyse seviniyor,     erkek adam geç gelir diye. 
hadi bakalım;   sinir çarpı üç.

işin kötüsü;       daha 15 yaşında.
aklı erene dek,      ne başımda saç,     ne de dilimde tüy    kalacak :(((


görsel

11 Kasım 2011 Cuma

bir oda resmine bakıyorum .     tepeden tırnağa istihza yüklü bakışlarla   hem de.
amerikan ailesinin klasiği;    alabildiğine rahat ve eskici artığı gibi duran,    boz yüzlü koltuklar, üzerleri uyum gözetilmeksizin,    her ebatta yastıklarla donatılmış (zaten uyumsuzluk moda).
görüntüsüyle,    dönüp yüzüne bile bakmayacağınız,    pahalı bir soba.

yerler,   sistirelenip cilası esirgenmiş meşe tahtadan.      keza; duvarların bir farkı yok.     çeşit olsun diye,belki de yangın korkusuyla,    sobanın arkasındaki duvara döşenmiş botanik fayanslar..
duvarda ,  alabildiğine beyaz bir çerçeve içinde,    sanırsam bir karalama,muhtemelen eserin sahibi bir çocuk.



yerde kabarık bir post,    bir ayıya sahip olması    kuvvetle muhtemel.
tel ayaklı bir sehpa; bu düşkün odaya daha fazlası olamaz zaten.     üzeri yaşanmışlık izlenimi vermesi için,  kitap ve meyva dolu.

yerdeki puf,    üzerindeki battaniye ve şal yığınıyla,    şeklini kaybetmiş,   inlemekte.
ikili koltukta,    cinsi şaibeli bir köpecik,     bu paspal odada ne işim var ?    dercesine bakınmakta.
itinayla zavallılaştırılmış odadaki tek lüks,   kitaplar ve laleler.     ona da ,  uyumlu bir vazo çok görülmüş ve tabure üstüne iliştirilivermiş.

tek cümleyle özetlersem ;    paranın satın alabileceği ,  en fakir oda.     aneyin deyimiyle,    varlık içinde yokluk.
birileri bu zevksizlik abidesinden  iyi nemalanmış doğrusu.

9 Kasım 2011 Çarşamba

bu bayram

 bizim evde ,   arefe günükahvaltısı;



akşamı,    boğaza gittik akşam saatlerinde.     kale kafede pide yemeyen varsa,    aman kaçırmasın;





odun ateşinde yapıyorlar . akşam olduğundandı belki de,    sahil bize kalmıştı,   kimsecikler yoktu .





bayramın ilk günü     aneye kahvaltıya     gittik..       kardeşlerim akşama doğru anca geleceğinden ,   yalnız bırakmayayım dedim.       keşke gitmeseymişim.     aneyi üzdüm,    pişmanım.     tecrübelerimden ,  ne kadar özür dilesem de,    asla unutmayacağını da biliyorum.

ikinci günü goncam ve oğlum,    çoruma gittiler.         giderayak,şeytanın uğraşması;     herkes asabiydi biraz.
kuru kızımla beraber,    makaron yaptık;





ilk deneme olacak o kadar.akşama kadar tembellik ettik.akşam da gezesimiz geldi kahve içmeye gittik .
bir zamanlar nabrutumun gönderdiği çanta mimi vardı,arada çıksın bakalım;





çantalarım küçüktür. büyük çanta kullandığımda  alışveriş çantasına çevirme eğilimim var da :)
genelde ,telefon ve devasa anahtarlığım cüzdanım derken hiç yer kalmaz.ispatı da resimde zaten.