nostalji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nostalji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2015 Perşembe

Yirmili yaşlardayken bazen yaşlı insanlarla muhatap olduğumda sohbetlerini dinlediğimde aklıma o zamanlar benim yaşlarımda olan ama gayet dinç gözüken annemin ve babamın nasıl yaşlılar olacağı gelirdi merak ederdim. Yaşlanmanın hiç de merak edilesi yokmuş ! O ayrı mesele 

Ama onlardan birinin vefat edeceğini düşünmezdim düşünemezdim sadece yaşlanabileceklerini akıl edebilirdim. Babam amansız hastalıktan vefat ettiğinde toz duman olmamızın sebebi buydu bilmemize rağmen kabullenemedik. Hatta duyduğumuzda bile. 

Annemle babamın çevresi genelde kendilerinden yaşlı akraba ve tanıdıklarla doluydu. Babam rahmetli hasta olanları favori doktora götürür ve bol bol dua alırdı. Çoğunlukla her pazar arabamız olmamasına rağmen taksi tutulur bir akrabaya ziyarete gidilir , bizim gitmediğimiz sair günler onlar bize gelirdi zaten. Bayram gezmelerine yaşlılardan başlanır ve eski günler yadedilirdi. 


Bir de apartman komşularımızla çay içmeler vardı meşhur. genelde bendeniz gönderilirdi komşunun kapısına;   Tık tık .... Teyze müsaitseniz annemler bu akşam size oturmaya gelmek istiyorlar diye ünlerdim. Ve tabii peşlerine takılırdım. Bazen gitmezdik ve unutup kapıyı kilitlerdik. Annemle babam zili çalar çalar bize duyuramazlardı mecbur komşuda yatarlardı. Çat kapıydık kelimenin tam anlamıyla komşularla , hala da görüşürüz. 

Gelen her misafire yemek konurdu ,sormadan yoldan gelen aç olur misali. Yemek yoksa bir telaş mutfakta biri çorba biri pilav yapar, bir yandan patates kızarır köfte yoğrulur. Sonra gülüş cümbüş yenirdi. Ve acı son ; tezgah dolusu bulaşıkla başbaşa kalış. Olsun güzel günlerdi ,o kadar çekmeseydik bulaşıktan makinanın kıymetini bilirmiydik ? 

Eh bitsin konu artık burada demi ?

2 Eylül 2014 Salı

Aile manzaraları

Bir çocuk veya yetişkin için en büyük nimet  - tabii sağlıktan sonra -   huzur bence. İç huzuru ve bunun dışa yansıttığı dinginlik . Çağımız insanının  ne kadar ihtiyacı var değil mi ?
Çocukken ve daha da büyükken hep huzurlu bir yuva  özlemi çekmişimdir. Hepbaşka insanların evinde kalmak isterdim.  Dayımlarda teyzemlerde amcamlarda hatta komşu teyzelerde. Ha o zamanlar komşular akraba gibiydi tabii.
Her gittiğim aileyi çocukluğun verdiği sonsuz merakla incelerdim. Büyük dayımın -toprağı bol olsun- evinde herkesin ayrı su bardağı olmasını herkese ayrı sofra kurulmasını yadırgardım. Banyolarında herkesin ayrı şampuanı olduğunu görünce gözlerim kocaman olmuştu. İlk sıkma elma suyunu orda içtim ve aşık oldum bir gün bol bol içmeye ahdettim ( lakin insan çabuk bıkıyor)  ve birbirlerine sinirden gözlerini belerten insanlarla orda tanıştım. Yoktu  o evde huzur muzur.
Amcamın evi tam sofu evi;  tv yok akşamki eğlenceleri tarihi destanları okumak ve  amcamın davudi sesiyle yorum yapması. Fazla kalmadım ama sanırım orda da huzur yoktu ki kızları gencecik yaşta orta yaşlı adamlarla evlendiler.


Teyzemin evi hem sevdiğim hem de üzüldüğüm yerdi. Prensesler gibi ağırlanırdım orda. Teyzemin eniştemi ve kızını aşağılamasını seyretmek çaresizlikti tersti atik bünyeme. Eniştem sizlere ömür , teyzem hala aynı çizgide
Küçük dayımın evi en gitmek  istediğim yerdi. Orda babacığım yavrum hitapları içimi sızlatır yengemin tabakları (churchill) gönlümü oyalardı.
Büyük teyzemin evi tam bir köy evi ; kokusuyla, kerpiç duvarlarıyla gün ağarırken başlayan hayatla. Tek medya cızırtılı portatif sarı radyo , tek lüks bakkaldan alınan gevşemiş püskevitler -evet teyzem de böyle derdi ona-
Bizim evde her gün hır-gür var sanır insan, oysa değil. O zaman çoğu evdeki gibi annenin canına tak ettiren bizler   arada baba tarafında hizaya - popomuza atılan bir tepik olurdu -   çekilirdik o kadar. Şimdiki pedagogların demesiyle travma felan da yaşamazdık. Bir müddet sakin gider sonra haylazlıklara başlardık kaldığımız yerden. Annem tam bir sabır timsali , onu bile kızdırdığımıza göre baya haşarıymışız yahu.
Yok bizim ev suskundu genelde. Herkes kendi dünyasında yaşardı annem ya örgü ya da bana çeyiz yaparken alabildiğine astığı yüzünde ser verip sır vermezdi. Sahi annem güleç biridir , niye o kadar asıyordu  ki suratını ?  Babam ardı ardına sigara yakar ister istemez  biz de nasiplenirdik . açık oturum ,haber sinema velhasıl ne varsa seyrederdi ekranda. Bizler de sus pus otururduk. Şimdi düşünüyorum da hiç sohbet etmezdik biz. Bakmayın böyle yazdığıma hala sohbet özürlüyüm.

Hasbıhal niyetiylene zaman lafa girsem,Kendimi birilerine bişeyler öğütlerken buluyorum. (Bu da babamdan yadigar Rahmetli ne zaman birileriyle konuşsa ya siyaset ya  da dine getirirdi konuyu)

Goncamla bizim evimizse çok sesli tek kelimeyle. Herkes her şeye karışır herkesin her konuda söyleyecek sözü vardır bu yüzden  işler biraz zor yürür kararlar gecikir vs.

Olsun varsın ,arada ergenimin höykürüşleriyle bozulsa da sakin ve huzurlu evimiz. Bunda goncamın sabırlı  ve itidalli yapısının payı büyük  (%75  diyelim)
Yay burcu Nevale katlanmasından belli değil mi ?

31 Ağustos 2014 Pazar

Eski Bursada ..

Az evvel Ig de gördüğüm bir kare yıllar yıllar evvel pireler tellal iken gittiğim Bursa kültürparkı hatırıma getirdi.   Akşamdı ; süslü Bursa'nın Ayseliyle beraber göletin kenarına oturmuş ,lunaparkın renkli ışıklarının suya vurmasını izlerken kimbilir  neler konuşuyorduk .  lisede felandım herhalde , ikimiz de bekar,  belki de hoşlandığımız çocuklardan bahsettik. Yok olsa olsa Aysel beni konuşturmuştur , iyi dinleyicidir kendisi.


O zamanlar misafir gezdirilirken parklara çay bahçelerine pikniklere götürülürdü. Çarşı pazar gezmesi bilinmezdi pek. İnsanlar ihtiyacı olduklarında çıkarlardı, bakınıp aslında hiç de ihtiyacı olmadıkları şeyi almak için değil.  Bugün buzdolabının üzerindeki dolabı boşalttıktan ve beş poşet ıvır zıvır attıktan sonra çöpçü olduğuma karar verdim. Eşim de altı ay mühlet verdi orasının tekrar dolması için.  toprak balık güvecini isteyen var mı ?

O geziden sonra epey uzun süre Bursaya gitmedik. Oğlum ufakken aneyleri oylata götürüp bıraktığımızda ,soluğu Bursada aldık Aysel ve eşiyle tanıştık , gezdirdiler bizi. O zamandan beridir görüşürüz ve Bursayı severim.  İstanbuldan sonra yaşayabileceğim şehirlerden biridir. Ama şimdiki gezilerimiz Ulucamiyle başlar ,çarşıda gezmeyle dizlere karasular iner , iskendercide son bulur.

Goncamla gittiğim her yeri severim ve zevk alırım ,ama yine de zihnimin gerisinde ilk gençlik yıllarının heyecanıyla gittiğim süslü Bursa göz kırpıp durur :/

15 Haziran 2014 Pazar

Babamı özlemek

Baba evin direğiymiş hakikaten

Bunu dokuzuncu senede gözyaşlarıyla kabul ediyorum. Oysa rahmetli çok bunaltırdı bazen kurallarıyla
Tam bir kontrol amiriydi ;her şeye karışırdı. O kadar alışmışız ki işleri bizim için kolaylaştırmasına ve yoluna koymasına
şimdi pürüz çıktığında bu kadar şaşkın Görünmemiz ondandır elbet  yediğimiz her tokatta sonra öbür yanağımızı çevirmemiz babamızın hayattan bizi koruma ısrarı olabilir  mi ?


Hayatta olsaydı yılın bu zamanında bu karede olurdu ; dört dörtlük olması için çaba sarfettiği evinin bahçesinde.     Büyük ihtimalle bizleri de bir piknik için yanına toplamış olurdu
Şimdiyse her birimiz buruk , manasız işlerin peşinde , alabildiğine kopuk ...

Allah rahmet etsin , mekanın cennet olsun Babam. Amin.

16 Mayıs 2014 Cuma

Artık nur yüzlü dedeler olmayacak mı anne ?


Daha önceki yazılarımdan birindehttp://sessizteyyare.blogspot.com.tr/2012/09/dedeler-vard-eskiden.html bahsetmiştim çocukluğumun dedelerinden.    Benimse ayan beyan hatırlayabildiğim dedem olmadı hiç.     Sadece aneyin babasının resimlerine bakınca zihnimde puslu bir kaç resim beliriyor;    üç dört yaşı hatırlayıp dünkü yediğini unutmaksa,  yaşlılık belirtisi sanırsam

Şimdi namaz saatlerinde oturduğum yerde,    camdan izliyorum camiye hızlıca seğirten yaşlıları , birilerinin dedelerini; çoğu takkeli yine namaza gittiğinden olacak ki.      Ceket yerinde , pantolon kumaş ve bol,ama bişey eksik; yüzlerde sadece ibadetten ve zikirden gelen o parlaklık ve munislik yok , emeklilik hesapları ve yaşıtlarla bulanık sohbetler izin vermemiş buna.      Bunlar bizim babalarımızın jenerasyonu ,       bundan sonrakini düşünemiyorum

Dedelerin de fazla şansı yok mu ,    ne her gün değişen hayata ucundan kıyısından uymaktan başka ? Nasıl cep telefonu almasın ki mesela ?      Camiden sonra hacı arkadaşıyla iki lafın belini kırarken hanım merak ederse ya ?      Olsun varsın tesbih çekerken yerli yersiz mesaj çığlıklarıyla zırtlayıversin demi ?

Biz şanslıydık çocukluğumuzda tanıdık dedeleri . Şimdi kalabalıklarda gezerken mütedeyyin semtlerdeysem hele ,  gözüm tarıyor ister istemez ; çocukluğumun dedelerinden bir tanecik bulup ilan etmek istiyorum kendime ve dünyaya ; aslı gibidir diye 👴





27 Nisan 2014 Pazar

My sweet home

Evlendiğimizden beri beş kez taşındık biz.   Beşinci evimiz Allahın lütfetmesiyle sahip olduğumuz ev için o kadar yalvardım ki.   Kiracılık zor , Rabbim herkese başını sokacağı bir yuva nasibetsin.
İlk evimiz , mutfağından ve oturma bölümünden deniz manzaralı ,lambri kaplı eğik çatısıyla bahçe içinde bir apartmanın en üst katıydı. ! Gençliğin ve oynadığımız evciliğin verdiği iyimserlikle ,suların ve elektriklerin sık sık kesilmesi zorumuza gitmezdi hiç , her gün soba yakıp kül atmak da öyle.

Biraz da şehir dışı sayılırdı ;akşam belirli saatten sonra otobüs ve minibüs işlemezdi , tam kafa dinlemelik yerdi.     Şimdi o apartmanın  arsasına birbiriyle dipdibe dört blok sığdırma çabasındalar mülk sahipleri.     O sokaktaki tüm evler müstakildi , istanbul keşmekeşinden kaçan varlıklı aileler otururdu.     Taşınmak zorunda kaldığımızda , site hayatına adım attık , ama o evi hiç unutmadım.

Bir ara tekrar o semte ,bahçeli bir apartmanın giriş katına kapağı atsak da , hırsız belasıyla bu maceramız son buldu

 Ve merhaba  ....... Sitesi.

Z. Teyzenin bulduğu bir ev ; gurbetçi alın teriyle alındığındandır belki de ,içine giren her kiracının ev sahibi olduğu ev .   Öyle bir yerdi ki ; dışardan geldiğinde insanı  sessiz bir hoşgeldinle karşılardı sanki ; hissederdiniz.  Orada en çok misafir ağırladım, minicik mutfağında ne tarifler denedim hevesle , yumuşacık haşhaşlı poğaçalar , pastalar yaptım.   Yangın merdiveninde anne kedi ve yavrularını izledim , onlar yüzünden pire basan halılarımı ,geniş balkonunda hortumla pakladım Kar yağdığında sıcacık salonumdan keyifle izledim.

Sonra bir gün ev sahibi doğramaları pimapen yaptırmak istedi ve biz bu vesileyle kiracılıktan kurtulduk :) kısmet.

Oturduğum evi ve lokasyonunu seviyorum.  Eskice bir site olmasına rağmen ,  toplu ulaşım seçenekleri fazla  evler dipdibe olmak yerine ,    ağaçlarla ve bahçelerle ayrılmış.     Alışveriş mağazaları istemediğimiz kadar çok ,metrobüs de istanbula ulaşımı çabuklaştırıyor.
Her şeyden önemlisi , burada az da olsa candan insanlarla komşuyuz . Başımız sıkıştığında birbirimize koşuyoruz , nazımız geçiyor.

Evde yemek yoksa ve açsam  Z. Teyzeye şımarmak nasıl bir nimet bilseniz :D

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Yine yeniden eskiler gelsin hatıra


Marketten alışverişi severmisiniz ? Hiç sevmiyorum son zamanlarda.

Tamam hızlı dünyamızda kolaylık sağlıyor, herşeyi birarada görmek ve almak. Zararı ?

En başta kesemize tabii. İhtiyacımız olanı alırken , fuzuli olana da gönlümüzün kayması tehlikesi hep var , cüzdanımızda kredi kartları olduğu sürece.

Ya küçük esnafı bitirmesine ne demeli ? Manav , bakkal, kasap , kasetçi , balıkçı , kırtasiyeci hatta yumurtacı ve yufkacılarımız vardı bizim; babalarımızın iş dönüşü alışverişinde havadan sudan sohbet ettiği.

Çocukluğumuzda bisküviyi teneke kutudan alıp gramla tartarak  verirdi bakkal amca . Tamam şimdiki paketlerdeki gibi kıtır kıtır etmezdi ısırınca. Çoklukla gevşemiş olurdu , ama biz de bunu dert ezmedik ki  o zamanlar.her şeyi dert etmek şimdilerde moda oldu, rahatlık batıyor ya.


Kasetçilere giderdik istediğimiz müzikleri istediğimiz sırada dinleyebilmek için. Müzik arşivleri parmağımızın ucunda artık ama arkadaşlarla müzik dinlemek hayal oldu , facede paylaşmak dururken.

Manav amcadan mevsimi neyse onu alırdık, şimdiyse ilaç bombası lakin parlak domatesleri biberleri elceğimizle seçip her mevsim yiyebiliyoruz. Ne saadet ne saadet ! Bir de onkoloji bölümünde yığılmalar olmasa ..

Balıkçı bize tazesini verirdi balığın. Marketlerin balık reyonlarının önünden geçemiyorum kokudan oysa.

Yumurtacıdan kırık yumurta alırdı aney , kek börek yapmak için yarı fiyatına. Şimdiyse , dolu poşetleri taşımaya uraşırken kırıyoruz.

Tabiiki de bir kısım esnaf var hala. İnsanlar evlerinde misafir ağırlamaktan kaçındıkça ihya olacak kahveciler , kafeciler..

Esnaf sohbetleriniyse unutun gitsin . Kasa kuyruğunda sizinle gözgöze gelmemeye çalışan insanlara  ve bize  ayaklı kredi kartı muamelesi yapan kasiyere mahkumuz artık

6 Nisan 2013 Cumartesi

16 yaşında olsaydım eğer ....



Şimdi ve bu çağda?


Yeni  nesil gibi olurmuydum acep ? Ortama uyup elime telefon yapışık gibi gezermiydim ? Günde bin mesaj atıp iki cümle kuramayan yabani bakışlı bir ergen mi olurdum ? Her hafta sonu arkadaşıyla planlar yapıp boş gevezeliklerle geçiren . Habire alıp hiçbişeyim yok diye feryat eden . İnternete twite whts'p a dadanan .

Aşk gemisi diye bir dizi vardı ,babamın asla seyrettirmediği şimdikilere nazaran masum olan lakin biraz da isminden kaybeden. O dizi çıktığında hep yatağa gönderilirken aynı hayal canlanırdı gözümde; bileğe takılan saatvari bir televizyon  . Goncamla çıkarkense cep telefonuna hayallenirdim.
Sırf bu ikisi yüzünden bile ne kadar şanslı olduğunu biliyormusun ey yeni nesil ?

Böyle çağrınsam da çoklukla bizim daha şanslı olduğumuzu hissettiğim zaman da çoktur. Özellikle de o zamanlardan an'ları canlandıran seksenleri seyrettiğimde. Ordaki duygular bizim duygularımızdı işte; misafir gelince duyulan sevinç, güz hazırlıklarının heyecanı , aile ve komşuluk birliği (apartmanca iftara gitmiştik hatta) , günlerin bereketi , insan gibi insanlık , edep ,meyvenin sebzenin doğalı daha doğrusu her şeyin doğalı  insanın duygunun dünyanın...

Yok yok biz daha şanslıydık eminim .varlık içinde yokluk çekip sapıtan psikiyatr yollarına aşina olan gençliğe nazaran.

31 Mart 2013 Pazar

Huzurlu sokak



Çoğunluk takip ediyor etmeyenler de aşina zaten meşhur diziye. Reytinglerini de aralarda verilen reklamlardan az çok tahmin ediyoruz.

Nedir acaba bu teveccühün sebebi ?
Kısaca kaybedilen şeylere duyulan umutsuzca özlem.
Nasıl yani ?


Apartmanlaşmayla biten mahalle olgusu , nesli kesilen duygular; yardımlaşma ve empati  yoksunluğu
Herkesin kabuğuna çekilip kendiyle haşır neşir olması,buna rağmen dertlerin ,otomatik ve dijital dünyanın tüm kolaylıklarına rağmen ,işlerin ve güçlerin yitip bitmemesi , aksine tirişkadan nağmeler misali türeyip bizi tüketmesi . Hepsinin tuzu biberiyse ; devleşen bencilliğimiz

Sonuç ;biteviye ümitsizlik , artan intihar ve cinnetler , sudan sebeplerle cinayetler ...
İşte bu yüzdendir ;  ekrandaki birbirine her an yardıma hazır kişilikleri hasretle izlememiz. 100 metrekare kutularda otururken ,kendi sokaklarında kocaman bir aile olan kişiliklere imrenmemiz.
 muhabbetimiz mail - mesajla sınırlanmışken , derdini açanları pür dikkat izlememiz bu yüzden işte.

Çözüm; zor. Kutu kutu dairelerden burnumuzu çıkarıp komşuyu tanımalı önce, yardıma koşmalı karşılığını peşin peşin beklemeden. Hafta sonu bilmem ne avm'de taban tepmek yerine kameriyede çay içmeli komşumuzla karşılıklı.

Halbuki anamızdan atamızdan böyle mi gördük de bu hale geldik ? Hadi biz geldik geçiyoruz , içe kapalı yetiştirdiğimiz çocuklarımızın akıbeti ne olacak ? Merak ediyorum desem yalan olur



4 Mart 2013 Pazartesi

yağmurun getirdiği




Akşam üzeri işten çıkarken yağan yağmurun altında umarsızca dikilen iki yeniyetme kızcağız nerelere aldı götürdü beni .Tunayla okul çıkışı iliklerimize dek ıslandığımız o güne ;  şimdi rahmetli olan arkadaşımla

Mübarek nasıl yağıyordu o gün ; hani önce ıslanmamak için hızlı hızlı felan yürürsünüz baktınız yol uzun boşverirsiniz her şeye. İşte öyle bir gündü  ; kolkola  aheste aheste yürürken neler neler konuştuk kimbilir ?
Net hatırladığım şeyler ; minyon arkadaşımın koluma asılıp asılıp cıvıldaması ve her adım attığımızda ayakkabımızdan çıkan vıcık vıcık ses.

İşte bugün o kızçelerde de vardı o önünde kocaman bir hayat olanların pervasız havası .
Ve biz hep öyle olacağız sandık. Ta ki Sağımız solumuz ağrımaya başlayana ve gözlerimize hüzün yerleşene dek.
Orta yaş hezeyanları bunlar biliyorum her çiçeği burnunda genci görünce anılarla depreşen. Ömrümüz varsa ihtiyarlıkla nasıl başedeceğiz ?
Umarım ibadetle taçlandırarak .


Not: babamın kızıyım ,her sohbeti O'na giden yola davetle bitirirdi. Ne mutlu icabet edene.

13 Kasım 2012 Salı

Nineler de vardı bir zamanlar...



Çocukluğumuzda ve yetişme çağlarımızda.
Aksaçlı ve vuruş burus nineler.    kulagi her daim ezanda,   kucağında torun hoplatan evin işini yapan gelinine yol gösteren, itilip kakılmadan baştacıı edilirmişler evde.
Bizim neslimiz onlara gösterilen saygıyı görerek öğrendi,  yaşlanan ana babasına hürmeti.

Ve bir kuraldı adeta ;yaslanınca başını örtüp namaza başlamak, hatta hacca gitmek, ne kadar süslü de olsa.  boyle yapanları görünce, annemin lafı çın çın kulağımda çınlardı;  gençlikte yapılan ibadetler florasan ışığı gibidir,   yaşlaninca yapilanlarsa mum ışığı .    mum felan ama, bir çaba varmış ortada yine de..

Hadi şimdinin ninelerine bakalım;   yüzü kabartma tozunu yemiş kek gibi kabartilmis.
Aksine, umudunun havası    pardon yağı çekilip alınmış.  degme tazenin giymeyeceği darlıkta elbiseye tıkışmış,  gözleri ümitsiz bakan teyzeler.

Her takılı kalan bakışta hayranlık arayan teyzeler !  silüet ne kadar genç  olsa da ,sisirdikce daha da derine kaçan o gozlerdeki yaşanmış yılları, kabullenememenin ızdırabını nasıl sileceksiniz ?

Ve biliyormusunuz ,sermaye akıttığınız o kozmetikler gunü kurtarmaya sadece.
ninem bes vakit seccadesinde geçirdiği huzur dolu anlarla sahipti o buruşuk ama kaymak gibi pürüzsüz cilde.

25 Eylül 2012 Salı

dedeler vardı eskiden.
oyunu bırakıp,koşup elini öpüp duasını aldığımız ,hiç tanımasak da.hiç de sıcakkanlı bir çocuk olamasak da.
başlarında istisnasız, hicazdan  gelme takkeler vardı, temiz bir gömlek iyi kötü bir ceket mutlakave bolcana kumaş pantolon,yani onların deyimiyle;  pantul. elini öperken misler gibi esans kokusu alırdık.


dedeler vardı eskiden.
istisnasız camiye giden,yüzüne baktığınızda O'nu hatırladığınız,boş konuşmaları ar sayan,karşılaştığınızda kendinizi toparladığınız. sözü kesilmeden dinlenen.

şimdi de var dedeler tabii; kot giyen göbek altından başlayan:(.çakma lakosla gezen,kelini perukla kapatıp saçını simsiyah boyayan gençlik özentisi.genç kızları kirli kıraathane camlarının ardından iki oyun arası pis pis süzen.
ya da markalı rüzgarlığı sırtına,afilli gözlüğü de gözüne taktı mı hele bir de varsa ayağında en gıcırından spor ayakkabı ,kendini delikanlı zanneden.
boş konuşanların şahı,ak saçlarını görmezcesine dünyaya kendini çelik halatlarla sarmalamış,kumanda müdürü amca.
karısını evde,arkadaşını manasız gevezeliklerle kahvede bunaltan.gençlik hevesi arabaya binen,lakin bir türlü yakışamayan.
hani şu iki tane çakıp ,gözlüğünü gözüne gömmek istediğimiz ...

3 Ağustos 2012 Cuma

sinirli ergenim , duş başlığımızı kırdı kıralı, nostalji yaşıyorum sanki.
nasıl mı ?  şöyle ki ; başlık kırılınca ve yenisini  almayınca,  sanki hortumla duş alır gibisiniz. hemen gözümün öününe geliveriyor işte ; 20 küsür yıl önce rahmetli dayımın ,bahçede sıcak güneşin altında kafasını toz çamaşır deterjanıyla  yıkadığı, benim de hayretler içersinde hortumla su tuttuğum o anlar .


hadi sulamayı anladık da,deterjan ne oluyor demi ?   o zaman  anlamamıştım mantığı, şimdiyse dehşetteyim. malum bahçe ortamı,eşyalar asgari,  şampuan kimin aklına gelsin ?    dur, hayal meyal hatırlıyorum sanki; galiba ağaçlara ilaç yapmıştı dayım,  zehri çıkarmak için başka zehirle yıkadı başını.

o zamanlar böyle her şeyin ıncığı cıncığı bilinmezdi.   birgün şunu yeyin, yararlı deyip, ertesi günü aman ha çok zararlı diye, açıklamazdı bilmemnerenin yetkili kişisi.
margarinin, deterjanın, plastiğin altın çağıydı,  seve seve tüketirdi büyüklerimiz hepsini.
çoğunun aynı hastalıktan gitmesi  tesadüf mü acep ?

4 Haziran 2012 Pazartesi

demin okuduğum kitaptaki,     akşamın  çaresizce yavaş yavaş  çöküşünü anlatan satırlar,   eskilerde köydeki başka  bir akşamı hatırlattı.

mutlak sessizliği bozan,     ormandan dönen ineklerin keçilerin çanları ,onları yönlendiren çobanın hiçbir mana ifade etmeyen bağırtıları,   yan eve seslenen komşu kızı,   buna eşlik eden cuma akşamına mahsus bazlama kokuları...


bir şehir kızı için, bu ortamın verdiği sükünet,  ne kadar önemlidir.    kendiyle barışır,  hayata şevkle bakar.bu dinginlikte nedensizce yaşarır gözleri.   belki de huzurun hediyesi mutluluktan,  belki de bomboş kalbin özlemlerinden.

heyhat! bilmezsin ki,o kalp dolduğunda bu huzura hasret kalacağını.
çoook sonraları kalbin üzüntüyle buruştuğunda ,sevgilinin talihsiz lakırdılarıyla kırıldığında ,o sakin köy akşamını burnunun direği sızlayarak anacağını bilemezsin ki hiç.

1 Nisan 2012 Pazar

bugünlerde başım döner oldu ,memleketim insanının değişim rüzgarından.
herkes farketmiştir, gündemin ve değerlerin  nerdeyse ışık hızıyla başkalaşmasından.



misal mi?  buyrun;
köşebaşında bir adam dikilmekte amaçsızca. karnı aç ama,  cebinde android tel.
dolabım tamtakır kuru bakır,   maaile boğazda kahvaltıdayız ,    ayıptır söylemesi
işsiz lakin , her hafta sonu gezen, oraya -buraya takılan tipleriz
insan haklarına über saygılıyız,    bu yaşlılara öncelik tanımamı gerektirmiyor ki.  acelem varsa iterim bile, ufak ufak.

düşünce ve konuşma özgürlüğümüzse,  her ay 1000 dk.geyikvari konuşmalardan belli değil mi?
bolluk güzel şey,   israf olmasa.    bir tarafta atılan nimetler,diğer yanda açlıktan ölenler.  bayat ekmeklerden tatlı yapan var mı hala ?      ay ne kadar köylü işi ayol.
her şeyin doğalı makbul,  insanın hariç.    onun kıvıranı gözde, her mecliste.



kopyalamayalım gavurcuklarda her gördüğümüzü,   bizim kalıbımıza uyar mı acep ? diye düşünmeden.
minik minik çocuklar, tonton ninelere sevinerek yer versinler. bunun yolu da lütfedip,   kendi miniğimizi kucağımıza almaktan geçmiyor mu ?
telimiz son sistem olsun,tamam.     lakin önce ekmek parasını koymak lazım, cebimize.

muhakkak ki,   değişim rüzgarının bir ucundan biz de yakalanmışız, savrulup duruyoruz. oysa ki kuytu köşeye sinip,   ayaklarımı sıkıca gömmek istiyorum toprağa.

uygarlıkta ilerlemeye evet ,ama insani değerlerimizi arkada bırakmayalım please

25 Mart 2012 Pazar

YAREBBİM ne yorucuydu günler..
aney hasta,   goncam bel ağrısından yamuk,    minik oğlumda mide ağrıları,   geç gelen ve bizden uzaklaşan kuru kızım..
hiç birine yetişemeyen lakin bol bol üzülen teyyare...




anneme doktor tedavisine başladığımızı anlatmıştım ;   hani şu celalli doktor.   bir kamyon dolusu ilacı aneye ve erkekime dayamıştı.    10 tane felan içiyorlardı günde.    sonra gelsin yan etkiler;    uykusuzluk ,mide bulantısı vs vs           üzüntüyle pek de başedemeyen bünyem,     geceleri de bu minvalde rüyalar görüyor,    bazen de ergenimin başında nöbet tututyordum.    kas gevşeticiler yüzünden,   nerdeyse elleri tutmayan goncama mı,  yoksa iki lokma yiyemeyen oğluma mı ,    uykuları heba olan aneye mi üzüleyim,   şaştım.

annem ; evladı gülünce gülen,    çocuk gibi avutulmak isteyen,  ağzı dualı annem.    hayatı hep koşturmak ve telaştan ibaret olan,   neşeli ve huzurlu anları ne kadar da az yaşamış olan ,iyilik timsali  bir hanımcık.  bu yaşında bile,   yanyana geldiğimizde istisnasız ,    annen senden daha güzelmiş yakıştırmasını duyduğumda alınmadığım tek kişi.    hep vermeye alışık olduğundan ,istemeye alışık olmayan bir kişilik.



genç kızken,hep koşturmacasını hafifletmeye uğraşırdım,  bir gün biter ümüdini  hep taşıdım.   bitmedi,hala da bitmiyor.     gençliğimizde evimiz kalabalıkken,  -herşeyin otomatikleşmediği zamanlardan bahsediyorum-evin işi hiç bitmezdi de,   gene de gezmeyi sıkıştırırdık araya.
hepimiz ev bark sahibi olduk,  ayrıldık,   lakin aney hala koşturnacalarda oldu.    aniden karar verilen,zorunlu kaplıca gezileri,yazlığın inşaatı derken,babamın hastalığı.      vefatının akabinde,şaşkın ve yaralı bir kimsesiz kuş misali,güvensiz birine dönüştü annem.

yeteri kadar ziyaret edemedim,çalıştığım için.    oğulcuklarıysa yakında,    lakin ihmalkar.   her işini kendi gördü,durdu.  yetmezmiş gibi,  miras anlaşmazlıklarıyla yıprandı. tam sular durulmuşken kardeşimin vukuatları başladı, annemde de titremeler.

hakikaten de dünya güzel bir yer değilmiş
ve günden güne de kötüleşiyor sanki

8 Mart 2012 Perşembe

hızla savrulan rüzgarla danseden karların,  insanların yüzlerine kırbaç misali çarpıp durduğu, şu soğuk günde mecburen boynunu eğip ,  dışarda kaçışan insancıkların aklından,    tam da şu an ne geçiyor acaba ?


onları seyrederken , zihnimdeki tek düşünce ; sıcacık evimde,   sıcak çikolatamla hayallere dalmak.
belki de lise çağlarına geri dönüp,o deli dolu akan kanımla yerimde duramadığım günleri bir daha yaşayabilmek..

dönebilsek o günlere ; okuldan gelmişiz   dışardaki soğuğa rağmen,  kanımız cayır cayır akıyor damarlarımızda. açmışız müziği son ses  bangır bangır.    annemizin kurduğu hazır sofraya kurulmuşuz,  hızlı metabolizmamızın verdiği güvenle.    porsiyonlarımız nasıl da cömert.


sonra yatmışız uykuya keyfi,binbir türlü gençlik hayalleriyle.    mışıl mışıl uyusak,ev işlerinden azadeyiz nasılsa. gerinerek kalksak,belki kitap okusak,  belki de ders yapsak.   anneyin pişirdiği yemeğin ağız sulandıran kokuları arasında.

beş dakikalık hayallenmenin boğduğu mutluluğa bakarak, insanların    onu yakalama uğruna herşeye katlanmalarına,     akla hayale gelmedik yollara başvurmalarına   akıl sır erdiren var mı acep ?

hayal kur kardeş ;  kısa yoldan oturduğın yerden mutluluğa gark et kendini ...

görseller

2 Şubat 2012 Perşembe

ortak karı

aney'in lafı ;   kumaya böyle derler, bizim oralarda.  hoş trakyalılarda pek yoktur kumalık.
18 -19 yaşlarında,   annemin dolabına el atmaya başladığımda,  böyle derdi de kavrayamazdım.  şimdi minnoş kızım, aldığım her cicili bicili şeye benim diye sahiplendiğinde dank ediyor   ve o  lafı miras bırakıyorum ona.

gerçi kendim ettim,   minnacıkken bile kenara bişeyler koyup,   sevindirmek babından, çeyizin kızım diye diye.  goncam ne çeyizi  ? diye çemkirirken,minik erkekim hani benim çeyizim ?  diye dudağını  bükerdi o zamanlar.  kızı fazla motive etmişim yahu..




ahh      annemin dolabı gizli hazineydi o zamanlar .neler çıkmazdı ki;  metal kutuda hiç kullanmadığımız dikiş makinesi aparatları,  apartman topuklular (koca ayaklarıma hiçbiri olmazdı o başka),  şimdi olsa ayıla bayıla koluma takacağım,  yılan derisi parlak rugan çantalar,  kadife vintage elbiseler..
oyy oyy nerden de verdik sanki ?

yoksa günün birinde kızcağızım da,  düşük bel modasına inat diktirdiğim yüksek yüksek belli eteklerimin arkasından,  böyle ağıtlar yakarmı ki ?
hiç sanmıyorum..

23 Ocak 2012 Pazartesi

hep ilgimi çekmiştir,    kendimle ilgili ilk anılarım.
zihnimde, bölük pörçük anlar uçuşuyor düşündüğümde.    yaşım muamma; yaşlı bir dedeye(aneyin babası) şeker tutuyorum,  bişey diyorum gülüşüyorlar.    hep anlatırlar bunu;   hepsini almak istemiş de, çemkirmişim bıcırca,   mübarek dedeme.
mübarek,çünkü;    sabır timsali sakin biri olduğu,   herkesce malum.    tez canlı anneannemi idare edebildiğine göre.     kendisi bizi çileden çıkarıyordu rahmetli.    hepsinin toprağı nur olsun.




sonra,  başka bir an yakalıyorum zihnimde; ilk oturduğumuz ev.     bir avlu ve derme çatma merdivenle yaşadığımız ikinci kata çıkılan ,   annemle babamın köyden taşınıp geldikleri ilk ev.    o zamanın  varoş semti, şimdinin şehrin göbeği.      üç yaşındaymışım,oradan suriçine taşındığımızda.       oradaki anılarım net; sokaktaki arkadaşlarım,    çeşmeden su taşımamız,   tv 'nin evimize gelişi,    ardından hoover çamaşır makinesinin,    ilk ve son hırsızlığım   (bu ayrı bir yazı götürür)

evimizi pek severdik,    zannımca istanbulun yerlisi hariç, herkesler kiracıydı.   ev sahibi satılığa çıkardığında komşular ısrar etmişler babama alsınlar diye.     lakin babam,    nedendir bilinmez,bakırköydeki evi almış,iyi ki de almış,    o semtte büyüseydik,    ufkumuz da oradakiler kadar olurdu, meslek lisesi okuyan,her pazar sahile mangala giden..
ustaydı babam;    ustaların ağa olduğu zamanda .     o zaman işini fabrikasyona çevirenler yürüdü gitti,diğerleri bir bir kapadı kepengini,     elin yanında yevmiye bekler oldu maalesef.     demiştim;  beddualı bu ustalar.
suriçindeki evimiz,minik bir bahçede üç katlı;    altı komşu hepsiyle de görüşürdük.    süleyman amcanın lokantası cağaloğlu valikonağındaydı.    bir ramazan topluca iftar yapmıştık,  oradan bilirim.
karşı komşumuz mahmut amca,   dolmuş şöförü;   sert yüzlü pamuk mizaçlı.     eşi nezahat teyze üveyanne lakin dünya iyisi   (şimdikiler gibi cadı kırması değil ).     o zamanlar kötü insan yoktu galiba.

işte o evde,   en güzel ve sorumsuz zamanlarım geçti. bir odam bile yoktu,    girişte ara kapıyla ayrılan, ayrı bölümde,   iki divandan birinde yatardım.   misafir gelince de, yer yatağında .   evet o zamanlar, evler küçük lakin gönüller büyüktü.    şimdilerdeyse 170 metrekare evlere,   iki misafiri sığdıramaz olduk,o başka.
evler büyüdükçe,   gönüller daraldı sanki.
altmış metrekare evden ,   150 metrekareye geçince yeni eşyalarla beraber,bir odam oluverdi. parayla saadet olmuyor tabii,    lakin hayatı kolaylaştırdığı da bir gerçek.     zihni de sakinleştiriyor .




belirtmeden geçmeyeyim; eski sokağımız tam bir kozmopolitti.      sokağın başı sünni,   ortası ermeni,sonu kiliseydi.    aney üstteki herkesle görüşürdü,mutat günlerde.   ermeni ne demek bilmezdik bile,   isim sanardık.   kimse kimseye karışmaz,   dudak bükmezdi.    niye büksün ki,hepimizi Yaratan aynı değil mi?

o evde şöyle düşünürdüm; bu yaşantım hayal mi gerçek mi ? bir gün uyanıp kendimi genç kız olarak buluvereceğim gibi gelirdi.    şimdi ne garip geliyor..

bizim ailenin huyu;   birinin boşalttığı evi diğerinin tutması.     bahsettiğim bu ev,küçük dayımdan miras.  bizden sonra büyük dayım rahmetli oturdu,    sonra da kızı.   ilk evimiz keza öyle;    bizden sonra teyzemler geçti.   malımıza sahip çıkmak,   göçmen kanımızda var sanırsam.

ne kadar sevdiysem   kendimi bildiğim evi,    nasıl uzun yazdım.    hala da yazabilirim .   lakin bahsettiğim banyo dolaplarının montajı için ustalar gelecek.    kaçış yok;ustalar hayatın her anında maalesef.

insanların hoşlarına giden konularda yazarak,   kilo verdiğini biliyormuydunuz?
yoksa bu da züğürt tesellisi mi?

12 Aralık 2011 Pazartesi

ne kadar memnunum;    iş hayatımın yeknesak sakin temposundan.      tek derdimin aniden biten erzak olmasından.     iki senedir,    günde en az beş saat ayakta çalışıp didinip ,toptancılarla didişip,evde de annelik yapmaktan    ve takdir görememekten,   ne kadar bıkmışım.
artık sorumlulukları,    mal alımlarını eşime bırakıp,    ücretli çalışan gibi etliye sütlüye karışmadan çalışmak ne rahatmış  yarebbim.      nazar değmesin,    sinirlerim alınmış ,    depresyon hapı içmiş gibiyim.



ey     kendi işim yaygarası koparıp,   bir işte tutunamayanlar ! oturun yerinizde ve sağlıkla yaşayın.   bilin ki;  bu kadar ağır vergilerle   ve bu kadar kaypak piyasa insanlarıyla,   türkiyede iş sahibi olmak    ve devam ettirebilmek,    eğer  gani gani semayeniz yoksa,    ip cambazlığından   yok bir farkı.
avuçla kazanırsanız,   kürek dolusu oluyor ödemeleriniz,     bilanço zamanı şaşkın kızı oynuyorsunuz her daim. tabii halkın sağlığını tehlikeye atmayıp,    geceleri rahat uyumak istiyorsanız.  gerçi  devamlı stres sonunda, dert sahibi olup,   yine de uyuyamıyorsunuz.

aslında kendimi bildim bileli cadıydım.      çocukken fazla arkadaşım olmadı hiç.    gençlikte de öyle; herkesle kanka olan bir kız değildim.     ilk cadılık sinyallerini    dedeme vermişim,     hatırlamıyorum;    şeker tutarken hepsini alacak gibi yapmış,  çemkirmişim bıcırca.  ilk patlamayı da    seboşun kaynanasına  yapmıştım, daha sonra da yengeme.    nasıl yapmam ,    kadın oğlunu evlendirdi seboşla,   sonra da itinayla ayırdı,çeyizini vermedi.     bizimki de bir gün çilingire açtırdı kapıyı    ve eşyaları yükletti kamyona. tam gidecekken,   kaynanası yakalamış ve dövüşmüşler. karakolluk olduklarında ,hayatımda ilk defa karakola gittim.     nasıl sinirlendiysem,  kadına üzerine yürüyüp bağırmışım; rahmetli babamın,   şakınlıkla  karışık  bakışlarını ve sözlerini hala hatırlarım;    hiç böyle olduğunu bilmezdim.      evet baba ,   sinirlenmek sana özeldi bizim evde,   bize fırsat kalmazdı.




ne kadar cadıysam da ,  sevdiklerime karşı o kadar da savunmasızım,    burda yazdığım gibi. yay burcu insanı olarak,    üzüldüğümde dibine dek üzülüyorum maalesef.        kendimi ifade etmek için,    çırpınma seansları başlıyor ve genelde iki gözü ki çeşme gelen,   büyük ağlama.   hele az bir vakit öncesi , coşkuyla güldüysem, sağanak kaçınılmaz oluyor.      duy beni mümine'm.
ve en sevmediğim bölüm başlıyor;     bünyeyi üzene başlayan kin    ve uzak durma.    kendini kollama hasebiyle belki de.
ister aney ister kardeş.    büyük kaçış başlıyor...