30 Eylül 2011 Cuma



Mutluluk  veren  ne  varsa,   konar  gönlüme; 

Bütün    pırıltılar doluşur,    gözlerime ;

Titrerim,  bir  haz  kaplar bütün   bedenime ;

Bir  tatlılık,   hoşluk  oluşur  sözlerimde ;

Heyecanım,  sevincim,   buluşur kalbimde;

İsmini  söyleyemem,  dolaşır    dilime;

İşte bu;  seni  gördüğümde;  bak   halime.

29 Eylül 2011 Perşembe

siz de, bööğreğe börek, piiğdeye pide diyenlerdenmisiniz ?

tıpkı  ayşegül  gibi,     ya da bennu.     havalıcaysan hele,   daha mı göze batıyor aceb?     acaba  beyinde bir nöğron eksik de ,  ondan mı söyleyemiyor   bu tazeler ?
ya da kendini beğenmenin bir tezahürü;   türkçeye yön mü vermeye çalışıyorlar ?     en hoşuma giden tahmin budur elbet;    Yaradanın cezası mı,    büyük burunlarına ?

hadi diyemiyor da,    karşısındaki söylediğinde niye düzeltmiyor ?     o ayrı muamma,    aşıyor beni.   birisi yanlış telaffuz ettiğinde,    elimde olmadan düzeltiyorum.     rahatsız ediyor sanki öyle kalırsa.     güzel ve doğru cümleler kurmaya çalışırım,      her ne kadar z. müren gibi,   vurgulayarak konuşmasam da.       bazen de  düşüncelerimi  dile dökemem,     kalırım   eee   diye.       öyle karışıktır zihnim .     doktorum,     b-12 eksikliğinden   dese de,   galiba ailemizdeki ırsi unutkanlıktan,    ya da kafamdaki başıboş tilkilerden.    bir yakalasam ,    kuyruklarını bağlayıvericem.     iyotlu tuzun,   alzheimera davetiye çıkardığını da öğrendim  ,      ne güzel .     lay lay lom



türkçeyi severim.        hep sevmişimdir,  taa orta ikide  cümlenin yapısı konusuna girdiğimizde,  sınıfın çoğunun döküldüğünü görüp , çok kolay geldiğini farkettiğimden beri.      bunda küçük yaşlardan itibaren, kitap faresi olmamın payı,  kaçınılmaz tabii.     ehh       kütüphanenin  arka sokağımızda olmasını da,  yabana atamam bu arada.       herhalde bütün romanları,   elden geçirmişimdir.     kibritçi kızdan , hüseyin rahminin romanlarına kadar.       bir tek pardayanlara bulaşmadım ,      gözüm   yemedi   doğrusu.

ayrıca,    bakmayın siz  cümlelerimin     devrikliğine,  savrulup duran   teyyarenin,     daldan dala    uçan düşüncelerini,       onlardan daha iyi yansıtan başka ne olabilir ?

28 Eylül 2011 Çarşamba

bizim evde bu aralar

herkes bunalımda..
minik ergenim,     özel okuldan , anadolu lisesi de olsa ,   devlet okuluna geçme şokunda.      gözünde inkar ettiği yaşlarla   ve bükük boyunla geziyor.     özel okul ona epey artı kazandırdı.    bunların arasında,  kendine güven başta geliyor.
her gün koşa koşa gitti adeta,   biraz uzak olmasına rağmen.   sbs yi kazandırdı sonra ;    hiç çalışmayan çocuğu kazandırdıysa,   o okul amacına ulaşmış demektir.     dünyası kararmış oğlum, düz liseden sıyırdığının farkında değil hala




goncam ,    rutin iş temposuna girdi bile.     her zamanki gibi,      unutkan ve kafası karışık    çoğunlukla.
uzun süren tatilin ardından ,     ilk haftanın yıpratıcı  etkisini ,    iliklerime kadar hissediyorum.   öyle  ki öğleden sonra   işten geldiğimde ,   evimin erkeklerine,    gecikmiş öğünlerini hazırlama telaşı içinde kıpırdanırken, gücümün son demlerinde oluyorum sanki.
ortalık sakinleşip,     akşamki yemeğin adı konulunca,     beynimin dinlen emriyle salıveriyorum      kendimi koltuğa.      öyle halsizleşiyorum ki,      hapımın dozunu artırmak gerektiğini düşünmüyor değilim.   aksi,bir yaş daha yaşlanıp,   yorulduğum düşüncesi oluyor ki,    kabul etmeye hazır değilim.

bunun üstüne ,    bir aylık tatilin ardından ,   okuluna dönen minik kızımı,    hepimiz çok özlüyoruz. yorgunlukla ağırlaşan akşamlarımızı ,   kendini zorla sevdiren cıvıtmalarıyla şenlendirmesine,  nasıl da ihtiyacımız var.

ne yapmalı etmeli ?   bu havayı atmalı ,kapıdan pencereden .    yoksa,    ortadan patladığımızın    resmini koyarım artık    buraya
not;  neyseki ,  eleman bunalımını işten çıkarma olmadan çözdük. eski şubeye geçtim,oranın elemanı da yeni şubeye .eğer geçmeseydi ne yaparız ?  diye düşünmekten helak olmuştum.

görsel

26 Eylül 2011 Pazartesi

bugün hava ne kadar da sıcaktı.   öyle  ki    pineklediğim koltuktan,   öğlene kadar kalkamadım.    öğlen de metroya,   alışverişe çıktık erkekimle.
sonra,  aile dostumuz tamer abiye leblebimizi götürdük    ve bayram ziyaretimizi yaptık.

tamer abi, çocukken oturduğumuz apartmanda komşumuzdu.     ailece gider , gelirdik .    hani şurda bahsettiğim gibi.
akşam yemeğini hep beraber,    ayakları yamuk masamızda ,    sıkış tıkış 5 kişi yedikten sonra ,  biz sebahat ablayla,   sofrayı toplarken annem ,    babamın kahvesini yapardı .




ahh...  o masanın hikayesi apayrı.       bakırköye taşındığımız yıl,       babam büyük masamızı,  mutfağa sığmaz diye dayımlara vermişti.     bu senenin moda olan ,    eskitilmiş beyaz masalarına benzeyen,   ayakları oymalı  masamız da , zaten kendi evine taşınırken     yeni möble alan,   küçük dayımdan kalmaydı.     onun boşalttığı evi de,  biz tutmuştuk.     bizden sonra da ,   büyük dayım oturdu orada.
işte masayı verirken,    dayım ben size daha küçüğünü alırım demiş     ve portatif tipli masayı almış bize.  babam hiç beğenmedi ve nerdeyse,    her yemek sofrasında söylendi durdu,    senin abinin getirdiği masa diye anneme.     hele annem,     mutfağın lambasını silerken,   buz hokeyi yaparmışcasına,    vıııııjjt diye kayıp, narin sandalyemizi kırarak,     içinden geçtiğinden ve yamulttuğundan beri,        söylenmeleri iki kat artmıştı sanki. annemin,    sandalyenin kenarından dışarı  sarkan ayaklarını,      hala hatırladığımda ,   bir kahkaha kaçıverir ağzımdan.      dayımlar,     15 yıl felan kullandılar,    o masayı.




akşam yemeğinden sonra  ,     babam höpürdeterek içerken kahvesini ,      yorgun değilse bazen  ,bu gece nuri beylere ,   yahut tamerlere gidelim derdi.      böyle demesiyle beraber,    alt kata inip,    yavaşça tıklatırdım kapıyı;    nurten teyze,    müsaitseniz babamlar bu akşam size gelecekler diye.      tabii ,   o babamların içinde biz  de olurduk,      çünkü hoşbeş ettiğimiz,    iki tane kızları vardı    ve pek samimiydik.      genç kızlığa ve flörtlere dair,   yegane bilgiyi onlardan almışımdır birebir.       onlar olmasaydı ,   ne kadar cahil kalacaktım kimbilir ?
on dakika sonra,     hep beraber inerdik aşağıya .     annemler salona,    biz kızların odasına geçerdik    ve başlardık   okuldan, erkeklerden konuşmaya.     yaş    14-15 ,  normal yani.    2 saat oturur,    sessizce kalkardık,   evimize   kendi dünyamıza doğru.




ahh      bazen de babamlar,    karşı komşumuza giderdi,   fadime teyzeye.     ya hiç hoşlanmadım    ve hoşlanmayacağım,   o kadından.       neden mi ?       annemi sömürebildiği kadar sömürdü ,   zor durumlarda bıraktı haspam.       bayram sarmasını mı sardırmadı,     kendi beceriksizliği ve cimriliğiyle,   bişeyler yapmaya çalışır,     batırdıklarını düzeltmek,   anneme düşerdi.     Allah rızası için uğraşmak,  zor bea
gözünün çapağını silmeden,    sabahları bize damlar,      eskimesin diye yeleklerini    ve     pijamalarını ters giyerdi.     düzenli temizlikçi almasına rağmen ,       kapısı açıldığında ,      evinden ağır bir koku süzülürdü koridora.     yıllar sonra,        bu kokunun çiçeklerini  coşturmak için döktüğü, et sularından geldiğini öğrendim.      hakkaten çiçekleri coşmuş,     adeta etçil olmuştu.     hatta minik gövdelerinde,  yeşil kurtlar bile görmüş olabilirim.

öğğk       nerden geldik   şimdi bu kurtlara ?      halbuki,   bugün gittiğim tur şirketlerinden bahsedecektim
neyse başka zaman ..

24 Eylül 2011 Cumartesi

errr- gen

ya da minik sinir küpleri,   ya da icadım;    sinirli bilo..
adını  ne koyarsak koyalım     kendileri ,saatli bomba   ama iptal edilemeyen cinsten.        her an patladı patlayacak,     sakınarak yaklaştığımız ya da yaklaşamadığımız.
ucube olmayan  ,ama ailesine öyle davranan.




kendini asla sevdirmeyen.      annelik sevgisiyle yaklaşıp,      derin hayalkırıklığıyla geri çevriliş.     hep aynı ritüel. ille taktıysan kafayı sevmek için,  uyumasını bekleyeceksin çaresiz .
kısa bir zaman dilimi içinde,    annesinin tatlı boncuğundan,     genç ile çocuk arası yabani ye dönüşüverirler
çözüm ; sadece bol bol dua  fabrika ayarlarına geri dönmesi için
acileeenn

23 Eylül 2011 Cuma

bazen öyle üzülür ki insan ,   yazamaz bunu ,  dillendiremez ki.
yok  sayamazsın da ,   öyle büyük hayalkırıklığıyla.
oysa dile gelse, zihinden geçenler  cesurca,
o zaman ikimiz de kurtulurduk belki,    içsel konuşmalardan.    bir kurup ,bozmalardan
olmasa hiç kırgınlık,    ortalık olsa süt liman .



eskimiş giysi misali ,  çıkarılıp orada bırakılsa,    unutulsa   sen öyle dedinler- ben haklıyımlar
ortak alanda,   birbirine akan gözlerde buluşabilsek
bu kadar zor olmasam,    aşabilsen geçmiş hükümleri
adeta ihtiyaç duysak ,     nefes alabilmek için  birbirimize
eller birleşse,   bir  sussa gururun buz sesi

ama olması için bunların ,     ilk adımı     hep biri atmalı değil mi ?

görsel

22 Eylül 2011 Perşembe

saat dört , yemeğim pişmiş.
küçük minnoş ,  şekerleme yapıyor    (sabah erken kaldırdık ya,ondandır )


büyüğü,   arkadaşıyla torıuma gitti.
erkekim,   balkonda netbookuyla haşır neşir.
bense,
yazlık ev bakıyorum  :))

mutlu muyum neyim ?

21 Eylül 2011 Çarşamba

yol vermek

ya da yoluna göndermek .      istemediğim ama,  yapmak zorunda olduğum şeyin adı bu.
bahsettim mi bilmiyorum,      çalışan kızlarımızla aile gibiyiz,  ikisiyle özellikle.       onları ben işe aldığım için belki de ,     sahip çıktık birbirimize.     sağolsunlar,     kendi iş yerleri gibi sahip çıktılar her zaman . 
ikinci iş yerimizi açtığımızda ,eleman sıkıntısını yaşadık hep,     belki de her başvuranı ve    çalışanı onlarla kıyasladığımız için




sorun ,      eşimle aynı işyerinde,     artık çalışmak istemememizden kaynaklandı.        iş ortamı stresli ve taraflardan biri     tezcanlı,      öbürü    Mevla adamı olunca,     kararların ve tepkilerin aynı olması,  mümkün değil.         bu yüzden,    öbür şubeye geçmek istedim ama,       yerime sağlam bir eleman bulmak lazım geldi.    bizim hatunlar ,     yoğun   iş temposuna geçmek istemediler ,      yeni işe alınmış birine de ne kadar güvenilebilir ki ?        tek çare,      birisini işe alıştırana dek ,       eski duruma devam edip sonra ,öbür tarafa geçmek.      o zaman da,     o taraftaki eski elemanlardan birini ,   çıkarmak zorundayım.   pöfff.
kızkardeş yerine koyduğunuz birine,    nasıl git dersiniz ki?    pööff çarpı iki.


ohh  erkekim gayet rahat,    topu attı bu yana doğru çünkü.     zalim rolü yine bana düştü

görsel

20 Eylül 2011 Salı

dün gece köyden dönerken,    sağa kıvrılan    silivri tabelası, nerelere  götürdü bilseniz...
dayımın oğlu ,  harun abinin arabasıyla    bir köy dönüşü,    ilk ve son defa     sapmıştık oraya.

çocukken,   babam  meraklı olmadığından belki de,    hiç arabamız olmadı.      biz her gezmeye,   taksiyle giderdik.    2 saat uzaklıktaki köye bile.     tarifeler vardı  o zaman ,  taksimetreler değil.       sabahtan köye gider,     şoförü de    dönüşe kadar ağırlar,    hep beraber düşerdik yola.     tek şansımız,   trafik sıkışıklığı diye bir kavramın olmamasıydı .




o sağa kıvrılışımız,    yabancısı olduğum    dünyaya götürdü bizi;    harun abinin silivrideki yazlığına.     yengem misafirci,   güzelce ağırladı bizi.         yabancı dünya, çünkü ;   denizle aramızdaki ilişki,     bir kaç yılda bir dayımın ,   kumburgazdaki yazlığında bir hafta kalmamız.
o zamanlar,     nasıl da temizdi  istanbulun kıyıları;     kumburgazda ,    silivride masmavi ve    dipteki kumları ve kaçışan balıkları,  görecek kadar berrak.     sabahtan akşama dek ,   denizde kumda kaçışır,   tadını biz çıkarırdık.     şimdi,    o kadar bile zevk almıyorum denizden.     burada esas nokta ,  sık gitmek herhalde..

daha sonraları ,   genç kızken  komşumuz nurten teyzelerin,    kamilobadaki yazlığına gitmelerimiz, oldu bir kaç sefer.    yine tertemiz denize ve kuma.      gençlerin beraber gezmesi,    aile baskısından uzakta,    ilk defa yaşadığım özgürlüklerden biriydi.     daha sonraki deniz gezilerim   bahsettiğim gibi,    adadaki yazlığa oldu. orası ayrı alemdi;    belki de kıyılar yosunlu olduğundan,   sandalla açılıyorduk,     güneş koruyucusundan bihaber,    ilk gün ıstakoz gibi olup,   acı çekiyorduk.




bir sene de , annemin romatizma ağrılarından dolayı, şarköye gitmişliğimiz vardır.    tam bir güvenle babam, kalacağımız yeri bulmayı,   rahmetli dayıma bıraktı ,ilk ve son kez.      iki aile,bir evin   bir oda ve bir mutfağına sığdık.     mutfak,çünkü babam mutfakta şezlongda yattı ,  dayıma söylene söylene.    şarköy o zaman moda,  pansiyon az zaten.      yer bulamamıştık.     evin önü    plaj olmasına rağmen,    sabah araba tutup,   beş on km uzakta,    kimsenin olmadığı yerlere giderdik,   rahat edebilmek için.      güneşlenirken,    keçilerin geçtiği bir yerdi.      denizine laf yoktu;    pımpırıl ve bizim gibi,   acemilerin tercih   ettiği gibi sığ.    babam şemsiye gölgesinden  hiç çıkmaz,     yine de en fazla haşlanan olurdu.

yengemi hala hatırlıyorum,    uzun pijaması ve takkesiyle,    bizden az uzakta güneşlenir ,    ara ara denizde yürürdü.    öyle diyorum , çünkü yüzemezdi.     aslında hiç sevmezdim onu,   annem ve teyzelerime   hep canlarını yakıp boyunlarını bükecek şeyler söylerdi.     ne düşündüysem,  iyilik edesim geldi,    gel seni yüzdüreyim dedim .     suda onu bir-iki döndürmüştüm ki,   suya düşen annemin çığlığıyla bırakıp, kadını aneye doğru koşmaya başlamışım,  farkında değilim.     benim arkamdan bu, bacak kadar suda batıp çıkmış,   az su yutmuş,ayağa kalkana dek.         o oldu,ondan sonra herkese,    beni boğacaktı diye anlattı senelerce.
oğulları yan yan baktı bana.

             

üniversiteye başladığım yıl ,    ilk sataşmasında ağzının payını aldı yengem,  sadece bu  kime benzemiş böyle  lafı çıktı ağzından .     hiç affetmedi beni.     oğullarıyla iyiydi aramız,     doldura doldura çocukları,  nefret ettirdi.      hala bir cemiyette karşılaşalım ,    düşman gibi bakıyorlar,   en az 25 yıl geçti oysa..    önceden deve kini deyip kızarken ,    şimdi  eğleniyorum sadece,   onlara sırtımı dönerken.     ağır bir yük olmalı ,   birine duyduğun nefreti,    bu kadar uzun süre devam ettirebilmek,   hem de bir hiç için .     acımalıyım aslında onlara.    belki bir gün ,   o aşamaya da gelirim,bilinmez.

bakarmısınız ,   bir silivri tabelası nerelere aldı götürdü   ?      ömür  kanatlanmış uçuyor,    bugüne dönmem lazım hemen .  
acil bir avm turlaması mı yapsam ,  acaba ?

görseller

19 Eylül 2011 Pazartesi

ahh ne kadar da talepkardır aşk..     aşık..
muhakkak karşılık bekler ,     mümkünse daha fazla sevilsin
beğenilmek de  ister sevgili,     gerçi beğeni ,    aşkla doğru orantılıdır çoğu zaman




doğum gününde gözlük alırken ,   kalplerle süsleyip   at gözlüğü almak ister aşık,  gözü başkasını görmesin hesabı
kravat seçerken de,  yular takma içgüdüsü mü ki ?

zavallı beyin..       vücudun hakimisin 
heyhat !    seven kalp karşısında,   yok ki hiç şansın ,  teslim olmaktan başka  

ahh...     yoksa bunlar,     tek taraflıysa duygular
solup gitmeye,   silinip yitmeye

mahkumsun be aşk

18 Eylül 2011 Pazar

her zaman bahar

Her zamanki  sözleştiğimiz  yerde bekleyeceğim,

İster gel ,   istersen  gelmezsin, bir şey  demeyeceğim.

Ama  ben  bekleyeceğim;  sen  gelesin  diye  değil

Bekleyeceğim  çünki  Sevgime  vefa  diyeceğim.

Sevmek  istiyorum.   sevilmek zor.   iki kişi lazım;

Sevmek özgürlük ,  sevilmeyi beklemek  zor  iş,

Sevilmek  beklentidir, istemektir,  sabır lazım.

Sevmek  ise özgürlük,  sevemeyen  düşünsün;

arkanı  dönüp  git sen  de,   giden sen olursun,

gocunmam, sevgin  hala  kalbimdedir, sıcacık.

sevmeni  beklemeyeceğim, sevmek  yetiyor;

sevmezsen  sen   bilirsin,  işine  karışmam.

Sevgin  kalbimde  sabit duruyor, sevmesen de



Sen olmasan da güzelliğin  duruyor kalbimde

Gelmesen de seveceğim seni, sevmek güzel

İster gel ,ister gelme; kalbimden de gidemezsin ya

Sevmek benim  işim ötesine karışmam, sen düşün

Bekleyeceğim gelmeni ,  gelmesen de, sevmesen de

Sevmek özgürlük ,  gerisi   senin  işin karışmam

Ben mi  ne  olacağım, beni boş ver; kalbimde sevgin

Hayalimde  güzelliğin, gözlerim de bakışların var.

Seni  bilemem ne  yaparsın;  tesellin  nedir,

Ama ben mutluluğu  seni sevmekte buldum.

Hayatımın  rengi , sesi, soluğu hep kalbimde

Yıllar  yorsa da beni , saçlarım ağarsa da her gün

 kalbim hep seni  ilk  sevdiğim  günkü  gibi.

Akşam  olsa da sevgin kalbimde, hazan olsa da,

Sevginle  bütün  mevsimler artık  bana  bahar.

17 Eylül 2011 Cumartesi

ancak bir erkek

tek bir defa    taşıyamadığı paketi , eve pazarcı çocuk getirdi diye,   karısına pazara gitmeyi yasaklar
herhangi  bir kararı alması üç yılı bulur;  alacağı arabadan,    değiştireceği gazeteye kadar..   o da,    işlene işlene..      bir gün bakarsınızki,     aniden aklına gelmiş gibi,   sahip çıkmış fikrinize.




adres sormayı kendine  yediremez                                                                                                              
herkesin beğendiğini,  sırf bu nedenden dolayı,  beğenmez
ergenlikte mutasyon geçirir
mantığı o bulmuş gibi davranıp ,  dünyanın en mantıksız işini yapar.

16 Eylül 2011 Cuma

geçenlerde,    bloglarda kış hazırlıklarına bakarken,    gözüme çarpan  fasulye turşusu, aldı götürdü biyerlere hemen.        ilk yediğim an, aklıma geldi; yıl bilmem kaç,   galiba lisedeydim,    köye gitmiştik.  anneannem sağ ve eski toprak evinde,   kendi başına yaşıyor,    bu da demektir ki 25 yıl öncesi felan.  akşam saatlerindeyiz, sofrada yemek yiyoruz,   teyzem de gelmiş.      anneannem kuru fasulye yapmış,   teyzem de fasulye ve havuç turşusu getirmiş.       bazen akşam yediğimi    unuturken,   bu kadar eskiyi hatırlamak ne garip.    beyinde ve dimağda,    iz bırakanları hatırlıyoruz galiba,   ne kadar geçse de.
o turşunun tadı hala aklımda.   yanısıra teyzem,   köyde şaibeli ölü bulunan,   değirmencinin kızından bahsediyor, mütevazi ve müteedeyyin köyümüz ilk ve son defa,  böyle faili meçhule sahne oluyor.    olayın ayrıntılarını  ,sonuna dek açılmış kulaklarla ( ve muhtemelen gözlerle) dinliyorum.
  



o yıllarda cinayet,     sadece evimize sokmadığımız gazetelerin,    ikinci sayfasında kalmaya      mahkum bir olgu,   kaldı ki köyde olsun,     dehşete düşmüştük hepimiz.        kışın ortasında,   kim kim niye köye gitmişiz, o ayrı muamma.     zihnimde  ,   o sofrada yenenler ve konuşulanlar, bir fotoğraf gibi duruyor sadece.
sonraları  ,gene gittik köye,     anneannemin yeni ama biçimsiz evi yapıldığında .    belki teyzem, gene gönderdi seviyoruz diye turşudan.      hatta muhtemelen annem de,  yapmaya başladı ama onlar iz bırakmadı,yanında heyecan ve dehşet olmayınca.




o zaman ne mutluymuşum farkında olmadan.    ölümle yüzyüze gelmemişim.  bütün yakınlarım sağ;   dayım, enişteler,    halam,anneannem,   babam...
işte o zamanlar,    eniştelerin    kanka değil, enişte gibi ağırlığı olduğu zamanlardı.      teyzelerimin naif olduğu ölçüde ,  sert duruşlu,   biraz ilgisiz ama babacan,      teyzelerimin bizi  şımarttığı oranda da  çekinilesi,    ne tuhaftırki; onların kırılgan ve temiz güzellikleri kadar ,çirkin.        evet hepsi de çirkinceydiler,nur içinde yatsınlar.    kısaca söylemek gerekirse,    en şanslıları annemmiş.
şimdinin enişteleri bayık genelde .     bırak yeğeni baldızı ,     hanımı bile ilk tökezde    şutlamaya hazır mazaAllah.   hiç güvenmeyin kızlar.

15 Eylül 2011 Perşembe

bir abim olsun

isterdim . şu başkalarında gördüğüm abilerden.      kardeşine takılan ama sevgiyle,rahatsız etmek adına değil.arayan bazen,     yılda bir kez değil.     hatır soran ,hesap değil.
kollayan; kendini babanın vekili sayarak,    karşına geçmeden.


 

derdine dost gibi yaklaşan,    nerde kalsın  dert çıkarmak. ?
varlığına sevinen,     kıskanmak şöyle dursun.
hak yemeyen,   hakkı da yenmeyen.   etme- bulma dünyası hesabı.
karısını seven,  ama vıdısını takmayan.
kız sana iftara geliyorum, diyecek

abi gibi,abi olsun.
ne garip,  abim var benim.



görsel

14 Eylül 2011 Çarşamba

temenni

güzel şeyler olsun hayatımızda    bazen de  .
duman gibi çöken isli tabakayı söküp atan.        üçer beşer gelen ,can yakan sürprizlere merhem olsun,üflesin.
gülsün çehreler,kaşlar düzelsin ve gülüşler yayılsın yüzlere , hoşa giden  sürprizler gibi aniden  .




neler mi mesela ?
açlıktan ölmesin kimse.  yardımlar şartları iyileştirmek için yapılsın,    mezardan bebek kurtarmak için değil. birileri silah satmak için ,   bir yerlerdeki gençleri birbirine düşürmesin.
yine o birileri ,ülkelerin sınırlarıyla oynamasın ,  satranç hamleleriyle.
kimse kimseye çamur atmasın ,    egosunu yükseltmek hararetiyle.
hele ki hepimiz aynalı evlerde otururken.
bunlar sayabildiklerim.     sayamadıklarımı da,    siz ekleyiverin  artık.

görsel

13 Eylül 2011 Salı

mimdirik

nabrutum demiş ki;   bir günlüğüne erkek olsan ama beynin ve ruhun aynı kalsa ne yapardın  ?

pöf ... saçmalık işte.      uymazdı ki ruhum , erkek ruhunun şablonuna.
uçarı beynim,    o çoook üper süper ötesi,  mantıklı  erkek kafasına  yerleşmezdi ki bir türlü :(

ayrıca ,



ne kadar da mutluyum ,    kadın olmaktan

her olaya duygusal yaklaşmaktan

bazen avaz avaz ağlama isteği duymaktan

bir saat sonra kahkahayla gülsem de

o yüzden,    almayayım lütfen,     bir günlüğüne bile,  erkek bedenini ...
dünya bu kadar büyük ise ve  ben onun yanında o kadar küçükken,   nasıl sıkabiliyor beni.
her güneşin doğuşu,    ömürden bir  gün  azaltırken   sensiz  geçen  günler  ne  olacak ? gözlerinde  ararken  teselliyi ,   gözlerine  bakamamak ne olacak ?
sensiz  geçen güne mi, akan  göz yaşlarına mı,  senin  hüzünlü  haline mi, neye  değecek  bütün  bunlar ?  sensiz güneş  aydınlatmıyorken  günümü,  nasıl  bulacağım söylermisin  kaybetttiğim  yolumu ?
kelimeler  boğazımda  düğümlenirken nasıl  anlatacağim  derdimi ?   seninle  hayatım mana buluyorken, kalpler nasıl dayanacak bu  boşluğa ?   cennet  bahçesinden bir  bahçe  iken  hanem, şimdi  niye  hüzünle  dolup kaplasın  her  odayı kapkaranlık matem?
sen  kalbimde  değil,    bütün  hücrelerimde dolaşırken, hatta tamamen  kimyam  olmuşken, sen  ben  diye  bir şey nasıl  olabiliyor ?    şeytan mı kabahatli  yoksa  derdi anlatamayan  sözler mi ?    itimat mı  yok, yoksa  dert mi  hoşumuza  gidiyor ?
sevğilinin bakışı  ile  beslenen kalbimiz  ne  kadar  gıdasızlığa  dayanacak ?

12 Eylül 2011 Pazartesi

hayallenmeler

ramazanda,   sahurda karşılıklı haplarımızı  içerken,   bir baktım,    ninelerimiz gibi sayıyoruz;   şu midem için, şu bacağım,   şu da kolestrol için ... diye.    eşim 6 tane içerken,    onunla yarışa girmişim adeta, dört hapla.
şaka maka derken ,    kırkı geçince yaşlılık psikolojisine giriyor insan ,  ondan mı acaba,   çıkıyor bütün hastalıklar ?     kaptırmasak zihnimizi ona,   yaklaşamazmı illetler bize ?

nedeni ne olursa olsun , yenilerini sıraya dizmemek lazım.    bunun için de ;
stressiz hayat ,    kaliteli beslenme    ve önceden teşhis,  yani check up,    acil eylem planımıza girdi bile.
alt başlık açarsak;

stressiz hayat; kafaya hiç bir düşünce takmamak   ( bu piyasada mı ?)

kaliteli beslenme = bilinçli beslenme ,organik olmalı aynı zamanda.   çiftliğe devam o zaman.    varsın file ,iki katına dolsun,   ilaca vermekten iyidir.

check up,   zincirdeki zayıf halka.        çünkü    toprağı bol olsun, tijene son yaptırdığı check uptan,   sadece altı ay sonra piyango vurmuştu.       hiç yaptırmadım amacheck up ama, jinekoloji muayenesinin dahil olduğunu biliyorum paketlere.
geçen sevginin sayfasında,    görüp aklıma takmıştım. yanayazmış nerdeyse.    Yarebbim bu nasıl bir tat?     hemen deneyin,haşhaş ve tahinle aranız iyiyse;





eşim son zamanlarda ,   ayvalık tarafında bir yer alıp,    yazları orada geçirmekten söz eder olduysa da, son çorum ziyaretinden sonra ,   rotayı oraya çevirdi.         el atmazsam eğer,   bu gidişle ,     ya iki ay orada kalacağız yazın,      ya da biz,      birbirimize hasret olacağız ,bir ay felan.  
aşağıda bıyık,  yukarda sakal.
gönlün asıl istediğiyse,    toprağımda minik bir yer , ev yapacak kadar.      lakin, kardeşlerim  babamın vasiyetini yok saydı  vermedi baba toprağından  .     
görelim Mevlam neyler...

10 Eylül 2011 Cumartesi

çırpınma; neye dair ?

evlatlarımız için ,   hayatımız boyunca yaptığımız her şeyin,     amaca yönelik söylenen her sözün, topluca adı bu olmalı.   
bunalım takılırsam  da,  kendini paralama da diyebilirim,   ya da adama.   hepsi ne için ?
yüzlerinde biraz ilgi ifadesi ,  ya da mutluluk gülücükleri için,    belki beş dakika ömürlü.




zaten her çabamız onlar için değil mi?    yaşamadığımızı onlara yaşatmak için ?   sıkıntı çektiysek,aman çekmesin onlar     ,   aç kaldıysak onlar her daim tok olsun,     hesapları yapmıyormuyuz ?     ya  kıymet bilmemizin nedeni,    çekilen o sıkıntılarsa ?      olmasaydı o çileler ,      biz de şu eleştirdiğimiz yavrular gibi olurmuyduk ki ?      acıkmadan yiyen,   açlığı bilir mi ki ?

yaparız ederiz ,  bir bakmışız ki,    duman misali uçmuş,   gitmiş bacadan,   kanaat .  sonra da    suçlarız  tatminsiz       ve    nankör diye.        halbuki onlar bize,    boş bir tuval gibi bahşedilmedi mi ?
sığınırım Rabbime ; ona giden yolu resmedecek  iken ,o tuvali manasız çiziktirmelerle  heba etmekten.

9 Eylül 2011 Cuma

ve kazanan...

sabır oldu. hatasını anladı mı ?    sanmıyorum.    tekrar yapar mı ?  yüzde yüz.
bayramın son günü ,   istanbula dönmeye can atıyordum.     yorgan gitti, kavga bitti misali    pişmanlık nağmeleri      tıngırdıyordu,kaynanamın sesinde.    kolay affetmek,  huylarımdan değil maalesef.
bize, tokattaki mağaradan bahseden hala, telefon açmış ,   sanırsam nasıl geçmiş,   nerelere gitmişler diye soruyor ki,    bizimki nerden bileyim diye,   urgun urgun konuşuyor.    yara iyileşmemiş daha.
meğer hala,   oturmaya çağırmış.     biraz daha surat asabileceği, başbaşa bir gezi mi ?    yok almayayım, dedim ve      arkadaşlarıyla buluşmaya giden,  goncama takıldım.    sonra da ver elini terapi.    yani alışveriş. bir pantolon etekle, bluz aldım.
çorumun girişinde ,    2000 kişilik yeni camii yapılıyormuş,    inşaatı gezdik;





şehirde  ara sokaklarda,    bu evlerden o kadar çok var ki,





daha sonra çomar barajına gittik ,   arabadan inmeden gezdik ,    öyle sıcaktı ki;





soldakinin adı, atlı köşk müş.  ucube villalar;





akşam yemek saatinde geldiğimizde ,   cımbıl cımbıl sulu,   tuzlu mu  tuzlu ,  nerdeyse kıymasız,    bamya bekliyordu bizi.    ben yapsam,  bir araba laf edecek olan eşim,    kuzu gibi yese de,    dalga geçmemden kurtulamadı.
yemekten sonra,  teyzeye gittik.   yeni değiştirdiği,   sevimli mutfağına bayıldım,    dolap kapakları kırmızı, fayansları da kırmızılı- grili minik minik.       mutfağımı değiştirmeden görmüş olsaydım diye, hayıflandım bol bol
eltimler de geldiler    ve biz gülüş cümbüş konuştukça ,   o suskunlaştı.     galiba çözdüm onu;    kıskanç düpedüz.





sabah,  eşime ağlamış ben ne yaptım diye.     sonunda hiç yapmadığını da yaptı,      oğlunu soktu aramıza. annesi tabii dayanamadı,  konuş diye.       ahh erkekler.. canları isteyince unutmaya hazırlar her şeyi.
tekrarladım küs değilim,    kızgınım,   zamana bırakalım diye.     kahvaltı  masasında bir izzet bir ikram,  ama nafile.   arabaya binince ohh çektim;
my sweet home ,ağrısız başım diye.

8 Eylül 2011 Perşembe

geldi yine nostalji bulutları

artı bir puandır güzellik.    göreceli olsa da ,   tüm otoritelerin buluştuğu nokta;   güzel yüz ,göz ,düzgün vücut.
tabii ahlak,     huy güzelliğinden bahseden yok.         halbuki görünüşü vasat ama ,söylemekten zevk aldığımız tabirle;   içi pırıl pırıl insanlar değil midir,   bu toplumun denge taşları ?      tartışmaları tatlıya bağlayan,    her zaman arabulucu rolüne soyunan,     başımız sıkıştıkça  koştuğumuz,    onlar değilmi?




dürüst olmak gerekirse ,     ciddi ciddi  çirkinim ve çirkinliğimdem memnunum,    diyen birine inanamam, kusura bakmasın.      herkesin içinde bir ukte,   güzel olmak ,kabul görmek .    ha, konuşmaya başladıktan sonra,   beş dakika sürer etkisi o ayrı.   beş dakika sonunda  o narin güzellik ,  ağzından sirke süzülen ya da bolca saçmalayan,   bencil  bir et kafa da olabilir,     arkadaşlık etmeye bayılacağınız,  sıcak bir kişilik de. tamamen şans ya da şanssızlık ,   sizle alakalı.      şans çünkü;     iyi arkadaş,     en nadide mücevherlerden.  şanssızlık çünkü;    gerçekten güzelin yanında     orta güzeller,    eh işteye dönüşüveriyor,   sağlam özgüven lazım.




özgüven deyince aklıma,   hep şişko aysun gelir.     evet şişko diyorum,   bu kadar sene sonra, düşünürken hala öfkemi zıplattığı için.       aysun, ortaokulda sıra  arkadaşımdı.      kızda öyle bir hava vardı   ki; sanırsın hiç yanlış yapmaz.      orta karar arkadaşlardık,  bakmayın dobralığıma,    ukalayım yaşın verdiği, ama kızlardan tırsardım ve ölürdüm ki, bir kankam olsun.   işte aysunla öyle gibiyken,    aramıza giriverdi erkek meselesi.
en nefret ettiğim şeydir,   bir erkek için tartışmak,  değmez bulurum .    hele peşinde koşmak , ezikliğin dik alası.      günümüzde    çapaçul giyinenlere  ve mütevazilere ezik diyen erkek düşkünleri;   duyun sözlerimi  ve aslınıza geri dönün !




orta son sanırım;     sınıfta bir çocuk ,    ne tesadüf goncamla aynı isimli.    tipsizdi ama ,sessizce hoşlanıyordum işte.    bir de huyum var ki, asla belli etmem .     ya karşılık vermezse?      karşılıklı olduğunu sanırken, sene sonu balosunda ,dansa aysunu kaldırıverdi.     ben de ,   anıla kalıverdim , üstelik boyu kısaydı !    tam bir hezimetti ,    lakin dedim ya,    kavga etmek ve peşinden koşmak basitlik.     sırtımı döndüm gittim.    lisede yine hatunla , 50 kişilik sınıfta aynı çocuktan hoşlanıyoruz,     o içine düşerken,    asla bakmayan bir tipim. çocuk ilgiyi bana gösterince,    aramız bozuluverdi,     göbeğinden daha şişkin  egosu kaldıramadı  ve hiç bir zaman kabul etmedi salak,  bu yüzden küstüğünü.
peki ,   biz o çocukla arkadaş olduk mu?    no.    çünkü her erkeğin hissedebileceği gibi,   tırnağının ucuyla bile dokunamayacağını biliyordu,   uymadı çapkına.      evet o zamanlar,   biz kızlar açıktık felan,  ama sadece elimizden tutulmasına izin veriyorduk,   belimizden değil.     dokunmatik kızlar,    bu kadar çok değildi  o zamanlar    ve hiç arkadaşları yoktu,    erkeklerden başka.




değişik göz rengimden  dolayı belki de,   doğulu erkeklerin ilgisini çekerdim özellikle.  hem de hiç istemediğim tiplerin.      turgut vardı;     sinemaya gidelim demişti de,    nasıl hakarete uğramış hissetmiştim.   dedim ya,ukala ve mağrurdum epey.      yakın arkadaşı gelip çatmıştı,    niye kabul etmedin diye ?     senden hoşlanıyorum aptal ,   diyememki.
bu kadar dikenli tel arasında,    nasıl erişti goncam ?   bucak bucak kaçtığım,    anadolu çocuğu diye dudak büktüğüm ,nasıl yarim , sevgilim oluverdi?    hala anlamıyorum.    galiba,    oya- boranın dediği gibi, onu bana yazmış Yaradan,  da ondan.
 peşimden koşturduğuma , pişmanmıyım?    tabiiki hayır.     çünkü aranızdaki ilişki,    nasıl başlarsa öyle gidiyor ve devamına damga vuruyor.        boşverin erkek peşinde koşarken mırıldandığınız ,  teselli sözlerini.   bir erkek,    başta nasıl davrandıysanız onu bekliyor sizden.      emek verdiyseniz ,bunun 20- 30 yıl daha devam etmesini, (mümkünse artarak tabii)   pohpohladıysanız ,devamını istiyor da  çıkardığınız yerden inmeyi aklına bile getirmiyor ki, sizi yüceltsin ve şımartsın.
göze alıyorsanız ömür boyu , koşuya devam.


görseller

7 Eylül 2011 Çarşamba

ikinci raunt

bayramın ikinci günü için ,   goncam ve kardeşi      tokat ve sivas gezisi planladılar.     uzun istişare sonucu çocukları bırakıp,   dört kişi tek araba gitmeye karar verdik .      halalara bayram ziyaretine gittiğimizde, planımızı açıklayınca,   dananın kuyruğu koptu.     bayan her gidilen yere takıntı    ve   onun asalak kızı (görümcem),beklenenin üstünde ilgi gösterdiler    ve teklif beklediler.   eltimle beraber,   ona ve kızlarına tahammül edemeyeceğimize karar verdik .     lakin ,   yüzsüzlüğün bu kadar uç noktalarında, gezdiklerini bilmiyordum o zaman.     hala dönüşü,    görümcemin kocası ,    kaynanamı kenara çekip,davet edilmediğimiz gezi için,    en kibar tabirle istekte bulunmuş.
ikinci resimdeki ,kola tabelasına dikkat !      Allahın tokatlısı işte.





o dakikadan itibaren,   konuşmak için kıvranan ,    hesap sormak için çırpınan,   beş karış suratla gezen biri haline geldi kaynana.     konuşmak istedi,   hep beraber gitmek için.     hesap sormak istedi,     niye bizi götürmüyorsunuz diye.      öyle alışıkmış ki kendileri ,her kısıra maydonoz olmaya,     kendinden habersiz gidilen her yere,    tepkiliymiş ve hesap soruyormuş.
ahh     olgunluk nerdesin ?     hiç uğramamışsın,    6o küsür yaştaki bu kadının dünyasına.

açıkca cephe almasa da ,sorumlunun ben olduğunu düşündüğünden,      ters davranmaya başladı,oğluna ise surat asmalar.      poğaça yapmaya çalışıyorum;  soda yok, market kapalıdır,   mayalanmaz o,  vs vs bir sürü saçmalık.     güleyim mi,  kızayım mı  bilemedim.    senede bir  gelen oğluna,   gezmeye götürmedi diye, surat asan anneye bravo...
öyle zoruma gitti ki,    misafir oladuğum evde,    bu davranışla karşılaşmak ve susmak.   tek artısı eşimin gözü önünde olması.

benim olmadığım bir an hatun,    kaynıma ben de gelicem demiş,    o da yer yok arabada deyince,  demagoji iş başına geçmiş,     bir annenizi mi sığdıramıyorsunuz diye ?      sığdırırız tabii,    ama kıskanıp, surat asmayan kendisine gel diye,   teklif edilicek bir anneyi , başımızın üstünde taşırız.
sabah,    uyanık olmalarına rağmen , sessiz sedasız öksüz gibi çıktık,  yola koyulduk.   ilk durak,tokat ballıca mağarası oldu.

mağara dağın tepesinde olmasına rağmen,    gezerken yerin 15 mt altına iniyorsunuz,   sarkıt ve dikitlere zarar verdiği için,   fotoğraf çekimi de yasak.     inişte vadi ne kadar güzeldi;





bayramın ikinci günü olduğu için,   mağara ziyareti bitene dek,  aç kaldık.    birisinin ah'ımı tuttu acaba ?
neyse telafi ettik burada;





oradan,  tokat el boyaması güzellikleriyle tanışmak için,   ver elini Taşhan.
bir tanıştık,pir tanıştık.  soldaki,   balkon masama ,dertsiz. diğerlerini salon masama aldım.en sağdaki kök boya el baskısıymış.   90 derecede,  bile yıkansa,  desenler silinmezmiş.satıcının yalancısıyım ;





tokatı gezince sivasa geçtik;





önceden araştırma yapmadığımız için yerli halkın danışmanlığıyla gezdik.çifte minareli medreseyle,kongre binası aynı meydanda.





kalesi ise yıkılmış sanırsam,    yerinde seyir terası ve çay bahçesi var,     şehri kuşbaşı seyrettiğimiz;





akşam yemeğini, dönüş yolunda    yine tokatta yedik,   beğenmediğimiz için resim yok :(
akşam virajlı yollardan döndüğümüzde,   saat yarımdı    ve   mahkeme duvarı kapanmıştı :)

kaleden sivas;





ama mesele hala bitmemişti ...