31 Ekim 2011 Pazartesi

gı-cı-kım

kime mi ?



doğalgazını yakmayıp ,  titreye titreye sigarasını tüttürene
kombi harici,    eve her türlü elektrikli , katalitik,  klima gibi tertibat kurana,   sonra da  doktor kapısında yatana

bir de bu sene hiç yakmadım diye hava atana (öksürüklerinin arasında)
cebinde varken parası ,    yok ayaklarına yatana

börekten yumurtayı kıskanana
söz verip tutmayana,    hatırlatınca yüzsüzce bakana


gıcığım arkadaş !

30 Ekim 2011 Pazar

geriye dönüp baktım;

yirmi beş yıl olmuş.

hayatımın her anında varsın.

28 Ekim 2011 Cuma

dün ,    tatil günümüzde goncamla free takılalım dedik.      yine yapacak bir sürü evrak, resmi işlemler,   vs vardı.     lakin goncam,    gel beyazıt yapalım deyince, temam dedim,    karar 1 gereğince.

şıkır- mıkır giyindik,   sanki düğüne gidiyoruz gibi.    halbuki     altı üstü beyazıta gidip ,dönüşte şurada aldığım çantanın tamiratı için,   marmara foruma geçeceğiz.

arabayı zeytinburnunda bırakıp,   tramwaya geçtik .    ama ne geçiş ?    boş yer bol,   konuyorum koltuktan koltuğa,   orası rahat değildir,    gel buraya oturalım canım , cicim.    bir neşe,    pür neşeliyiz.

amacımız,oğlumuz hani anadolu lisesini kazandı ya,   okul idaresi de ingilizce kitapları için,   kamyon yükü fatura çıkardı ya,     biz de uyanıklık yapalım,korsanını alalım dedik.     dedik çünkü ,   koleje giderken nerdeyse bir ev kirası kadar,    yabancı dil kitaplarına ,  her sene  ödeme yapmaktan bıkmıştık. kuru kızım kitap meselesini,    hep beyazıttan kendisi halletti,   oğlumsa,    nabrutumun da dert yandığı gibi,   peeek hazırcı.





yolda giderken,    ilk göz ağrımız  aksaray ziya'ya uğradık. lahmacunu hakikaten güzel,   tatlısı da pek nefisti :) depolarımızı doldurup, tam gaz kitapları aldık.      fikirde sultanahmet ve eminönüne gitmekti ama,  koşan saatle yarışırcasına marmara foruma gittik,    ama ne gidiş.       tramwayda asıla asıla .      beyazıtta  nostalji yapmak,     kırk yaşından sonra yapılmamalıymış,      kendi araban varken,     otopark derdiyle araba sağda solda bırakılmamalıymış,    hele yüksek topukla  yürüyelim de,   eritelim bari denmemeliymiş.

sabah çıkarken,     eflatunlu eşarbım,     yeni pardesüm ve pantolon eteğim ,    dolgu topuk  ayakkabılarımla pek bir şıktım.
dönüşteyse,    tutacaklara asılmaktan ağrıyan kollarım,      ter içinde kalmış sırtım ve ağrıyan ,topallayan ayacıklarımla,   nasıl da acınasıydım.

o ayakkabımın da ,  artık topuğu yok        duy beni dürr-i yekta

26 Ekim 2011 Çarşamba

telaşlı kadın,    % 100 doğada çözünebilen meyve poşetlerini aldığı gibi ,   pazardan çıkmak için seğirtirken yaşlı kadınları gördü.       sapsarı ayvanın başında  durmuş, pazarlık ediyorlardı eziklerini uucuza almak adına.

düşkündüler; belliydi kıyafetlerinden.    hele diğeri,   saftı biraz galiba.      pazarcının savmasıyla  çekilirken kadın, ayva ver teyzelere diyen    kendi sesini duydu ,şaşırdı.     o değilmiydi ,  pazarda yanaşıp, bana meyve al diyen çingeneleri,  duymazdan gelen ?     halbuki bu kadın mağdurdu.    eziği çürüğü yok fiyata almaya gelmişti belli.




ayvaya nasıl da sevindi teyze,     hele başka bişey istermisin deyince,       titreyen parmak mandalinayı gösterdi.      çekinme sınırını aşmıştı; belki de artık,bıkmıştı çürük meyve yemekten.     sonra kadın, yanı başında anlayamadığı duaların arasında,  üzüm duyar gibi oldu,   onu da aldı     ve birkaç şey daha.

teyzecik,dualarla beraber , kadını sıvazlamaya da başladı ,    boyu erse öpecekti besbelli.   kadın netameli aslında,    ellenmeyi pek sevmez,hele açıktan teşekkürden bilakis rahatsız olan cinsten,    kaçma telaşında.

abuk subuk ,    modası rüzgar misali geçen pılı pırtıya, ya da burun kıvıra,  rak  rejim niyetiyle tükettiğimiz nimetlere ihtiyacı olan ne kadar fazla insan var.
bir bilsek ve önemseyebilsek.      kombin üstüne kombin dizeceğimize,    fakirin midesine bir şeyler koyabilsek.        güvendiğimiz esnafa,     ihtiyacı olup alamayan için çok değil,bir iki kilo yiyecek parası bırakabilsek,       bilinmemeyi seçerek ...

zaten ödül kadının bakışlarında ,     söze ne hacet ?

görsel

25 Ekim 2011 Salı



severim dalga geçmeyi

hatta abartırım kendime engel olamadığımdan bazen

usul usul kendimle de geçmeye başladım

hayalim hayatı da tiye alabilmek günün birinde

24 Ekim 2011 Pazartesi

kısa... kısa...

bir önceki postta,     pazar günkü halim malum;      evdeyken tv'yi hiç açmadığımdan,  felaketten eşim akşam gelince haberim oldu.       sabah da oğlumla beraber,      rutin kontrolü için hastane yollarındaydım.
hastane gene tıklım tıklım,     sinirler havada,      insanlar bencil.     çaçaron çingene kırmasıyla,   papaz olacakken ,sağduyunun sesini mi dinledim,halim mi yoktu,    bilinmez, uymadım.     ya da goncamın demesi; sinirlerimi aldırmışım.     gelince de,     nezle biraz halsizleştirdi .   bu da hasta hasta neval sofrası;
(tabaklar bardaklar her çeşitten,biberler yanmış nerdeyse )




sağdaki yeşil tabaktaki çikolatamsı şey;  kuşburnu marmelatı,çorum ganimeti.
felaketin ardından,    facedeki bazı şapşalların marifetlerini duydum.     ve enkaz soyguncularının hainliklerini.  gerçi gölcük depreminde,    fırsattan istifade çocuk kaçıranları da duymuştuk.    insan var,    insan tenine bürünmüş hayvanlar var, her ırkta ve dinde,      dünyanın her bir yerinde.

tv deki haber goygoycularını da gördüm.     bardağın boş tarafını gözümüze sokmaya çalışan.   binlerce binanın yıkıldığı yerleşimde,     kazarak gece gündüz çalışan insanlardan değil de,     yetmeyen çadırlardan,sokakta yatanlardan bahseden.      
kayıp fazla olunca,    yardımların koordineli şekilde ulaşması da,    vakit alıyor haliyle.     99 depreminde çoğunluk sokakta yattı,o zaman kızılayda bile çadır yoktu (mevzu burada derinleşiyor) .
yabancı ülkelerin yardımı olmasaydı, ne olurdu milletin hali acaba ? mecbur bırakıldığımız iktidar ne kadar acizdi.  o zaman sadece edebiyat yapıyordunuz oturduğunuz yerden haberci kumkuması .

Van'da deprem afetiyle savaşan kardeşlerimize,  geçmiş olsun.     ruhunu teslim edenlerin Allah taksiratını affetsin,yakınlarına dayanma gücü versin .     Amin.

hastaya ne lazım ?

23 Ekim 2011 Pazar

cumartesi akşamı halim;



pazar gün boyu;




pazartesi  deli bacı ;

22 Ekim 2011 Cumartesi

cuma,      yani en yoğun  ve yorgun günüm.      iş çıkışı gelip,      harıl harıl    ergenime yemek hazırlığına girişirim   aynı zamanda,   sohbete de birşeyler yapıp götürmek gelir içimden.       akşam yemeği hazırlığı derken,      bir de bakmışım saat dört olmuş     ve gene sohbete geç kalmışım.     elimde bişeylerle koştura- yamula yola koyulurum. menzile varıp,    oturduğumdaysa bütün haftanın yorgunluğu da eklenince,     mayışıp kalırım bir köşede. bu hafta da tıpkı öyle oldu.     sohbetin ucuna yetişebildim .     evinde oturup oturup,    saat beşte  geç gelen hanımcıklara da hayretteyim bu arada.

ahh ,    bu da bugünkü nimetler ;




narlı ve narsız yeşil salatalar,    barbunya salatası ,       havuç ve buğday salataları,      su böreği,     galeta unlu börek,     poğaça,     kısır,     kara kek,     zeytinyağlı türlü,     elmalı pasta,       kedi dili pasta  vs vs...
hocamız sağolsun,      gelmediğim haftaların hesabını sordu.  geç geldiğim yetmezmiş gibi,    mahcup da oldum.

bayram programı belli olmaya başladı;     arefe ve birinci günü,      günübirlik bir yerlere gideceğiz,   ikinci ve üçüncü günü,    çoruma gidiyor maalesef.  baban sağolsa,     nerde olsa gidip elini öpmez miydin  ?  henüz hayatteyken annem babam ,    gitmeliyim  deyince goncam,   burnumun direği sızladı     ve hayatımdaki nadir anlardan biri;       verecek cevabım yoktu.   boynumu eğdim bu gerçeğe.

galiba ,   boyun eğik gezmeye devam edicem.     çünkü bu bayram da,      ne eli öpücek abim,   ne de elimi öpecek kardeşim yok .     mal - mülk hırsı asla,     bizim aramıza giremez diyen koca ağızlı teyyareye, bir hayat dersi daha !
ne yapalım ?   bayramda  beklerken diğer yarımı ,    olmazsa olmazımı,     pc'yle uyuştururum kendimi :(

halet-i ruhiyeme nasıl da uydu bu şimdi ;


21 Ekim 2011 Cuma

yeteneksizsinizi seyrediyorum.    adı bile,    hakaret ediyor gibi geliyor insanıma
bu nasıl özgüven yahu ?     koca göbekleriyle,   karga sesleriyle,    yarım yamalak       ortaokul ingilizcesiyle hepten detone olan cırlayan sesiyle,   sahnede  arz-ı endam edenler....     genelde de erkekler.

onların yerine,     burada utanıyorum.      anaları bunlara nasıl özgüven aşılamışsa,     tiz sesleriyle kendilerini  pavorotti  mi sanarlar ?
ya da ,   eşleri nasıl da hayransa becerilerine,     cümle aleme sergileyim bari,      hesabı içindeler.





bir  bildiğim varsa ,    eğitim almamış seslere,     istisnai güzel olanlar dışında, geçit vermemeleri jürinin.
yine de amcalar,   abiler zorluyor da zorluyor,    işin ucunda ömür boyunca,     eş dost arasında tiye alınma pahasına
hele break dance yapanlar ?  taklit jacksonlar  ?     böğk geldi,     hala da hala dönüp duruyorlar kafa üstünde.

ey Türk milleti !    asilsin sen !    heva ve heves uğruna,     daha ne kadar rezil rüsvay olacaksın ,sorarım sana ?

görsel

20 Ekim 2011 Perşembe

yakıştırabilsem kendime, tüküresim var birine;

az önce bir kardeşe,      hayvandan aşağı insanlar canımızı ,evlatlarımızı yaktılar,    diye yorum  yazdım.

canımızın yangınına   çare ararken,    bir de  sanal alem goygoycularıyla mı uğraşacağız ?

kendini bilmez terbiyesiz çemkiriyor ,    hani nerdeyse utanmasa diyecek hükümete,   sen yaptın diye




o kadar nefret dolu ki ,   taşıyor kabından ,asit  misali değdiği yeri yakıyor.

yapmayın ya,     hedef şaşırtmayın;   ulusça belli düşmanlarımızı, dağda uçan saf kuşlar bile biliyor artık.
nerde yaşıyorsan sen ?  nerde geziyorsan  bayan aval  ?

ulusça bir olup,     acımızı paylaşmak,    birbirimizi teskin etmek yerine ,fesat saçıyor  meymenetsiz ağzından.
cevap vermem böylesi nasipsize.       çünkü onlar nefretini  etrafa bulaştırmak için,   bunu da sebep kabul edecek kadar şerefsizler.

çekildim gittim sayfasından,    onu kendi gibilere  bırakarak ve    EN DOĞRUYU BİLEN'e    havale ederek

19 Ekim 2011 Çarşamba

hadi pazara gidelim

sonra da eli boş dönelim :(
bazen,      illa şuraya gideyim ,   şunu bunu alayım deyip,     hırs yaptığımda hiç bir   şey bulamam . fi tarihinde ulus pazarından,    bir nihaleyle döndüğümü hatırlarım.    bir de bu pazar .





geçen sene ,   kadıköy salı pazarına gitmiş,yumuşacık ev pijamaları almıştım ,  severek giydiğim.yaz kış giyince eskimeye yüz tutunca,    aman yeri boş kalmasın deyip,   düştüm yollara .    pazar büyüük ,lakin farkettim ki hiç bişeye ihtiyacım yok.

genç kızlar istila etmiş adeta; badiciler,ayakkabıcılar,çantacıları.        tam curcunaydı,zor yürüyorduk.zavallı çocuklar,    kimi sabırla kimi de ciyak ciyak,     bekliyor annesini.    nasıl da ağlayan çocuk sesi batıyor kaçıveriyordum yanlarından.    sesine bile tahammül yok,    kaldıki bakmak..    her şey zamanında canım.




geçen günkü  alışverişim,    nasıl zevkli ve verimliyse,  bugünkü de aksine o kadar yorucu ve boşuna geçti. neyse çıkışa doğru üstteki cicileri buldum.her bir parça 1 tl. sepet süsleyebilirim diye düşündüm.

pijamalarımı gösteremediğim için,sorry.

18 Ekim 2011 Salı



Bugün  bir kelebek  gördüm uçuşan  dallarda,
Senin gibi rengarenk senin gibi  şen  dolaşmakta.
Ama  anlayamadım  sen mi kelebeğe  benziyorsun ?
Yoksa kelebek mi sana benzemeye  çalışmakta.

Bu gece  denize  baktım  pırıl pırıl ay  parlamakta
Bütün  endamını   güzelliğini  denize  yaymakta
Şimdi  anlıyorum  gülüm  bütün  bunları
Deniz de ay da  yüzüne  benzemeye  çalışmakta




İnsanlar  kalabalık her yanda dolaşmakta
Duydum bir iddia ya  girmişler  aralarında
Bir  güzel  varmış  yokmuş  bir  eşi  dünyada                                                                                               
Meğer  çıkmişlar  her yerde seni  aramaya

Fark etim  güneş   bu gün daha parlak doğmakta
İnsanları  sıcaklığı  ile  yakıp  kavurmakta
Şaşırdım  güneş bugün   niye böyle  yapıyor                                                                                             
Şimdi  anlıyorum ki sıcacık bakışlarınla  yarışmakta

17 Ekim 2011 Pazartesi

nerde kaldı,     alçakgönüllük  ve  Mevla için sevmek ?
bugünün politikası;     sev beni - bak nasıl severim seni.
ya da,    kızma bana - çok çok kızarım sana.
değil mi ?

olay şöyle gelişiyor;      birileriyle nette tanışıyorsun.      kanın kaynayıveriyor .    kafana denk    söylemler paylaşıyorsun.      oldun mu can-ciğer kuzu sarması  ? sanki kırk yıllık komşun ,   ya da kankan oluveriyor ( alınma bilge !)
gelsin sanal çaylar ,    kahveler,    belki de buluşmalar ,   gel vakit git ,   arada ufak laf   dokundurmalar devamında,   konduramamalar derken ,        bir anda  azıcık da olsa ,   menfaatler çatışınca yahut, nefsi tatmin edip,    kendini yüceltmek adına,      kızgın anda sarfedilen söz ,     düşman ediyor iki tarafı da.




bu kadar mı kolaylaştı ,  dost olmak ?     iki günde ,üç beş yazışmada ?     hadi oldun diyelim,   dostunu ne kadar kolay satıyorsun yahu.      hani dostlar, nadide inciydi ?      yere attın bile.       oh, bir güzel de çiğnedin.  yerine gelir tabii yenisi .
yok,      kirletmeyin süslü laflarla   ,zihnimizdeki kavramları.      biz yine dostumuzu  eskisi gibi bilelim.   kızsak da cefası çekilen ,   sevsek de içimizden.

olmasın arkadaşım yeni,    olanlar yeter bile.     onlar da ister idare,   şu yarım aklımla ne çare ?
olmasın varsın  dostum ,    olanlar,  derdimi çekmeye yeter de artar  bile.

zaten,   yarimden vefalı dost nerde?

15 Ekim 2011 Cumartesi

dün şeytan nasıl dürtüyor,     hadi kalk şuraya şuraya git,    şu bu eksik diye. üşenmedim.
gittim capacitye .bardak ihtiyacım vardı ;




paşabahçede nefis espresso  fincanları var ,     almak için değil de ,   seyretmek için.görmeyeli ne kadar uçmuş fiyatları  bardakların yahu.     tane hesabı satılıyor .
essedeki indirimi kaçıramazdım;





öğlen yemeğini pizza hutta yalnız yedim,zevkli olmadı.     inat ettim şu dondurmalı pastayı istedim ;





bu manzarada da yemeye çalıştım .    bitter sevseydim,  bitirebilirdim belki.
oradan ilk göz ağrımız carreoussel'e geçtim;




hey gidi hey ! kızımı az bindirmemiştim atlıkarıncaya.       orası nispeten daha sakin ve orta yaş grubunu ağırlıyor sanki.     bu günleri de gördüm,   mudodan eliboş çıktım.
akşam geldiğimde kargom gelmişti;




çay ve bisküvi kutularım .       anahtarlıklarım;





bu da akşama kadar gezen kadının yemeği;


14 Ekim 2011 Cuma

mandalinalar şarkısı ,     hep 5 sene öncesini hatırlatır,      çalışmaya başladığım ilk seneyi.    laptopumu yeni almışım,      ilahilerle birlikte bu şarkı da listemde,      habire dinleyip duruyorum tatilde.     gittiğimiz yer de,    denize yakın bir kaplıca,   apart otel.           kızım henüz lisede,    yeni telefonunu karıştırıp duruyor,hani şu harflerinin ve sayılarının biri aşağıda ,   diğeri yukarda olan model.       oğlum ana kuzusu,kucakkuşu daha.




 düşünüyorum da,      adı tatil ama,       düpedüz yorgunluktu o zamanki gidişlerimiz.     sabahın köründe kalkıp kahvaltımızı edip ,yola çıkardık;    kimsenin olmadığı yerde,   anne mayo ile denize girsin diye. 20 km yol gittiğimizi biliyorum.        en fazla iki saat suda kaçıştıktan sonra,     birileri geçmeye başlardı yoldan. al sana tedirginlik.

öğle yemeği saatinde ,     nerdeyse dağ başı gibi yerde ,   mecbur otelde hazırladığım yolluğu yerdik tepsiden bozma yer sofrasında.         akşamüstü tuzdan ve güneşten haşlanmış geri dönüş.    odaya gelince bir hummalı faaliyet daha;  çocukları banyoya sok,      çamaşırları makineye.      hemen akşam yemeği hazırlığı.    yemekten sonra çamaşırları asmalı .      sonra kanepeye atılış ve ruhu teslim ediş..     ta ki ,   sabah aynı döngüye gözümü açana kadar.




şimdi sayarken yorulsam da,     15 gün bu tempoyu devam ettirirdim,şikayet etmeden.     artık hiç kimsenin olmadığı yer kalmadığında      ve kurumayan haşemanın eziyetinden bıktığımızda,   goncam,tatil anlayışımızı değiştirdi de,   dinlenerek tatil yapmayı öğrendik geç de olsa..

şimdiyse, deniz- kumsal  ikilisinden farklı bişeylerin,     arayışı içersindeyiz.    havası temiz bir ,suyu pak bir beldede, belki ,eşimin bahçıvanlık yapabileceği minik bir bahçeli ev..    neden olmasın ?

13 Ekim 2011 Perşembe

geçen cuma,  nasıl da yorucuydu.     saat    12'den sonra,   tabanlarım şişmiş,  yere basarken ağrı veren iki yastık üzerinde yürüyor gibiydim .        mesaimin bitmesine epey olması ,    ağrıların şiddetini arttırıyordu sadece.     hiçbir zaman,    şunu da eleman yapsın diyen biri olmadığımdan,   onlarla omuz omuza çalışırım .  iş varsa yapılacak  düşüncesi,    sürünerek de olsa,   bitirmeye uğraşmama yol açar
( bak, bitiririm demiyorum)  belki de bu yüzden ,    çalışan kardeşlerimiz de     ellerinden geleni yaparlar, sağolsunlar.
ehh...   ama onlarda yaş,   20 'li -30'lu  ,  benimkine 10 yaş daha ekle.   sonuç;    ağrıyan boyun ve sırt , iki katı    şişmiş ayaklar..




uzattığım lafı toparlarsam,   işten geldiğimde ,    yere serilip orada uyuyacak durumdaydım.    yine de gönlümün pır pır eden minik köşesi,      sohbete gitmelisin diye çırpınıyordu.     şiş ayaklarımsa,    bu işe hiç de gönüllü değildi :(         erkekimin de işi vardı,   kim götürecekti iki adım yola ?     ama azmin elinden,  kim kurtulabilirki ? kurtulamadım.
geçenlerde,   bir  blogda görüp denediğim,  kahveli pastayı kapıp,  düştüm yola.   epeydir,    toplu ulaşım araçlarına   yüz vermediğimdendir ki,    kapının önünde kalıverdim bir an.     yürüsem iki adım,   lakin ayaklarım kazan kaldırmış ,   yeniçeri misali,   gitmez ki.       yere kök salmak üzereyken , ergenim geldi,   anne şu minibise bineceksin diye,   yol tarifledi de ,  harekete geçebildim.      minibüse dek,  mikron mikron adımlarla zar zor yürüyüp (aman ne ağlaştım bugün )   bindim de ,    ne kadar vereceğim ?    öff    dedim parayı uzattım,   nasılsa gerisini gönderir.

indiğimde ,    bahçenin en ucundaki blok olduğunu görünce, bir pöf daha koyverdim.       suzanın evine geldiğimde,    kendimi halının üzerine nasıl attığımı hatırlamıyorum .       on dakika sonra,      şeytanın işi yok,     çöktü mü bir gaflet üstüme.      bana bak dedim kendime,      bu kadar savaş verdin,     yaşlı kadınlar gibi uyuklayacakmısın  ?
çimdiği bastım ,  milletin göremeyeceği tek yere ;     inim inim inleyen, gariban ayaklarıma.   kaynanamın deyimiyle;    gözlerim perridek açılıverdi. sonra uyku felan kalmadı. yeme içme faslı  her zamanki ihtişamıyla oldu.çareyi  eve kadar yürümekte bulduk.
midem adeta şen bir dul gibi rahatlarken , ayaklarım sizlere ömür..

görsel

12 Ekim 2011 Çarşamba

her devrin kadını

kim o ?  diye merak edenler,  uzağa bakmayın.   her yerde o .    minibüste ücretini şöföre   uzattığınız teyze,  bankada kuyrukta önde dikilen bayan.     ya da pazarda omuz omuza çorap seçtiğiniz kadın.

nasılmış peki bu kadınlar ?
öncelikle her şeyi bilenler ,  ya da öyle olduğunu sananlar.     her yemeği en güzel onlar yapar.çıkaramadıkları örnek yoktur.    değişmez, şaşmaz değer yargıları vardır.     ama her yerde ve devirde paylaşmazlar .dedik ya devrin kadını,   bukalemun gibi uyar hemen




sağlık ocaklarında her gün gidip,  ilaç yazdırmaya    ve bunu sohbet konusu yapmaya bayılırlar.
pek becerikli olup, her yere yetişirler.   apartman toplantısının demirbaşıdırlar.     amma kendilerince önemli şikayetleriyle , toplantıyı sulandırdıklarından ,alınması elzem kararlara sıra gelmez bir türlü.
sosyal hayatın kelebekleridirler adeta.     ramazanda camii gezmelerinde,    yazları boğaz gezisinde yetişirler her yere.

kıyafetleri karakteristikdir;   kışın kalın şal veya eşarpla sıkmabaş ( önden kahkül çıkmalı muhakkak!), pantolon,ceket ya da kaban.   yazın muhakkak kot,   ya da kumaş bermudayla kısa pjama arası giysi,oyuk yaka kısa kol tişört.
nasıl tanıdınız değil mi teyzeleri ?

11 Ekim 2011 Salı

erkek annesi olmak

şurası bir gerçek ki,     babalarla kızları arasında,      nasıl bir düşkünlük varsa,     annelerle oğulları arasında da  özel bir bağ vardır.
babamın kıymetlisiydim hep .  sert bir eski zaman adamı olmasına rağmen,     pek merhametliydi,    hiç bir isteğimi de ,  geri çevirmedi rahmetli,     eş seçimim hariç.       amcamın yoğun  telkinlerine rağmen,  ayaklarımın üstünde durabilmem için,       yönlendirdi hep.      okuttu,   aklım bir karış havadayken,    ehliyet almamı sağladı.      2 yıllık üniv. maceramdan sonra,     yükseğini yapmamı istedi,    hatta çalışmaya teşvik etti.   mirasında bile ayırmadı oğullarından .     ta ki ,     aney oğulları lehine taraf tutana kadar.




hep hissederdim bunu ,    yetişirken de,    ne kadar yumuşak  başlı ve sabırlı da olsa,    annemle erkek kardeşlerim arasındaki    o sevgi dolu büyülü havayı.       ne yapsalar annem kızmazdı onlara,    hep hoşgörmeye hazır,   asla kızmayan,  hep çırpınan.      onlar doğal hak görüp şımardıkça, aksileşirdim  onlara karşı.        küçükken hep sorardım,    teyit ettirmek istercesine,   en çok kimi seviyorsun ? diye.
yanıt hep aynıydı;  hepinizi aynı seviyorum. beş parmak birbirinden ayrılır mı hiç diye ?    peh...    düpedüz farklı işte

kızım ilk göz ağrım.    onunla adım attık,   bebişlerin sihirli sevgi dolu dünyasına.    onunla büyüdük. hele tezcanlı anneysen,   24 saatini ona hasrediyorsun      ve     hiç bir canlıyı onun kadar sevemeyeceğini düşünürken,       Rabbim ikinci evladı veriyor.      erkek bebeklere karşı ,   en ufak bir sempatin yokken,minik parçan,    çelik oklarla bağlıyor kendine, daha minnacıkken .    ve o bağ hep devam ediyor.     ne yapsa ,nasıl üzse de,    sen hep düşkün oluyor,      gözünün içine bakıyorsun.

kızın büyüyüp,  en acımasız tenkitçin    ve affetmez kaynana vekilin olduğunda ,   zoruna gidiyor.   ah hele karşına geçip,     ergenlik cırıltılarına başladığında,     yüreğinde bişeyler kırılıyor ve kök salıyor diken gibi. ne kadar zaman geçerse geçsin,     istersen kanka ol,   her sürtüşmede o kök salmış diken,    kanatıyor içini.
ve kızlar o kadar vefakar ki.




oğlun ise ne yaparsa yapsın,     unutuveriyorsun.     işte fark orada.      ve onlar bu aşkı o kadar rahat bir kayıtsızlıkla kabulleniyor ki,     aksi imkansızmışcasına.    asla sevdirmeyen birer şımarıklar aslında ,  altına serdiğimiz dünyanın , en doğal hakkı olduğuna inanan.

ve bütün erkekler gibi,    o kadar vefasızlar ki ;        el kızı yüreğine düştüğünde,     ömrümüzce uğraşıp oturamadığımız tahta ,     onları buyur ediveriyorlar

tıpkı bizim , kimseden izin falan almadan oturduğumuz gibi.


görseller

10 Ekim 2011 Pazartesi

cimri olalım biraz

kelimeleri harcarken tabii.        paraları değil,   yardım ederken hiç değil.   merak etme,   misli misli geri döner, bazen de anında.     anlatmış mıydım önceden acaba ?       yıl 2000,   evi yeni almışız,   borç-harç uğraşıyoruz.  halis-munis ev kadınıyım.     yemeğini,  tatlısını salatasını bile ,  sabahtan yapan (sanki çalışır gibi)




bir cumartesi,  zil çaldı.     tüpçüyü beklediğim için,  seğirttim hemen.    bir baktım,küçük bir çocuk ; abla açım dedi.    nasıl da yüreğe dokunan bir söz,  değil mi?  hele de  anneyseniz.       yemek ocakta ,  ama pişmemiş daha.     ne verebilirim  ?  diye panik oldum,  erzak sadece makarna var,  hemen attım poşete,  gözüme ilişen şekerlerle beraber.    al bunu,   hemen eve git,  pişir dedim .    balkona çıkıp ardından baktığımda,  küçük hemen oturdu kaldırıma,  şekerleri başladı atıştırmaya.     dilendiren adam  -nesiyse artık -,   para olmayınca aldırmadı ona,    verseydim elinden alacaktı şerefsiz .      tekrar kapı çaldı;   tüpçü,    elinde bir paket makarnayla    kapıda dikilmiyor mu?      aaa ...   çocuğun elinden makarnayı mı aldı ki ?  diye düşünecektim abla  tüpler makarna hediyeli demesin mi ?      ürperdim ;      halis niyetle verdiğinde , Rabbim hemen yerine gönderiyor .      evlerinde misafir ağırlamaktan kaçınanlar ,    sık sık market alışverişi yapmaktan şikayetçi değil midirler ?




kelimelerde cimrilik ,   az konuşmak ,   daha fazla dinlemek demek.     ne kadar konuşursa insan,  yalana kayma , ya da    pişman olacağı laflar sarfetme riskine giriveriyor   ister istemez.
bir de  epeydir dikkatimi çeken,   teşekkür- kutlama- tebrik kelimeleri     enflasyonu var.   tamam,  kibar ve kıymet bilen milletiz.     birisi bir şey yaptı mı,   tekrar tekrar teşekkür ederiz.    dikkat edin ,   karşılıklı konuşmalarda,   bir kere yerine kaç kere zikrediliyor,   çook teşekkür ederimler,   çook sağolunlar ? neden ? az edince,  ya da bir kere söyleyince,  inandırıcı olamıyor muyuz  ?
sizi bilmem ama sadece laf salatası ,    ne kadar fazla söylenirse etkisi o kadar azalıyor.    tıpkı söyleye söyleye ,laf arsızı yaptığımız çocuklarımız gibi    birbirimizi de,sohbetlerimizi de ,   lafla ;   teşekkürler,   harika ! nefis ötesi !  çook güzel !  olağanüstü  !  lerle boğuyoruz

kaçındığımdandır ki;    bu tip sözleri kullanmamaya çalışırım.    hele, sık tekrarlanan  - ben-  sözü ürpertir,  enaniyeti çağrıştırdığı için.      cümlelerimde mecbur kalmadıkça ,ben öznesini , doğrudan kullanmamaya  ve mübalağalı sıfatları katmamaya çalışırım.      bir de mümkün olduğunca ,  eski kelimeler kullanmaya uğraşırım.    sözcük yerine kelime ,   örneğin yerine mesela gibi.    belki de,    tarih sayfalarında bize yanlış tanıtılan osmanlının     ,aslımızın toplumsal nezaketine duyduğum özlem ,  ya da yenmiş hakkını iade etmek için kimbilir?

aslında,   şimdi düşündüm de;     kelime pintiliği konusu ,uzun yazılar yazan biri için  ironik oldu biraz...

görseller

8 Ekim 2011 Cumartesi

sevgilinin kolundayken , ışık yolu bu uzaklık, nedendir ki?




hızlıca yürüyüşteki sessizlik,   neden ?      oysa arşınlarken bir zamanlar yolları,   asla bitmeyen muhabbetlere dalmaz mıydık ikimiz?     biz varmışcasına sadece,   kendi özel dünyamızda ,ara ara dalıp kaybolmazmıydık ta  kalbimize okşayan bakışlarda .

oysa bu akşam, o gözlerden bakan ,   bir yabancı sanki.      anlayabilecekken ,   nerden geldiği belli olmayan inatla ,   hissetmek istemeyen.
bu akşam, o gözler;  perdelerini indirmiş karanlık bir ev  gibi , bir türlü içeri buyur etmeyen evsahibi gibi.
bu akşam o gözlerin ,     içeri girmeyi hiç istemediğim bir ev gibi ..




görsel

7 Ekim 2011 Cuma

tanıştırayım ; binnaz

nazlanmak ne kadar güzeldir .
birisinin  gülen yüzün için ,  çaba göstermesi.     düşünceli olduğunda ,   yardımcı olmaya uğraşması.
bulutları bazen şaklabanlıkla ,  bazen de nerdeyse püfleyerek,    kovmaya çalışması.




ne zordur ,    naz çekmek :(            mutluluğunun,     birisinin gülen yüzüne bağlı olması.
güzel şeydir,  nazlanacak sevdiceğin olması.     naz hakkında akşama kadar konuşabilirim.     hatta naz'ın kitabını bile yazabilirim :))




.

6 Ekim 2011 Perşembe

anne bana yemek yap !

dün yolda gelirken farkettim;     ne kadar fazla lokanta,     cafe,pastane   vs   var.     bunları çeşitlersek kaburgacı,    kumpirci,    fasulyeci diye,    ila nihaye     gidiyor.
ayol önceden,     fasulyeyi     iyi kötü biz pişirmiyor muyduk ?  şimdiyse  yemek için,    taaa nerelere gitmek de nerden çıktı ?




çocukluğumda ,   bizim eve hazır yemek     anca büyük temizliklerin olduğu akşam,     annem yorgun olduğu zaman girerdi,   senede üç defa felan.      okul zamanı,    kantinden bişey alıp,   yediğimi hatırlamıyorum. çikolataya bayılırım,   ama almak aklıma gelmezdi,    alışmadığımdan.    bizim evde her zaman,    yemek olurdu,   annem kahvaltı eder etmez,    hemen akşam yemeğine başlardı.     öğlen geldiğimde,  bazen mırın kırın eder,    sandviç yemeye uğraşırdım,     nadiren izin verirdi.

şimdiyse,    bakıyorum anneler rahat,     kavanoz püreleri ....      anneler uykuda,   çocuklar kahvaltısız okulda. okuldan gelince,  farklı mı sanki ?     anneyi ara da,  bul evde.

dün iş çıkışı ,z. teyzeyle,   arkadaşa taziye ziyaretine gidip,  döndüğümüzde saat altıydı.   öğlen okulda yemek yememiş oğlum , aç bekliyordu evde.       birşey yemediği için ona , evde olmadığım için,  kendime daha fazla kızdım.      iş saatlerimi kısıtlamamın sebebi O'ysa ,     o evdeyken nasıl dışarda olduğumdan.    kendimden biliyorum;     lise sonda koca kızken,     öğlen eve geldiğimde,   aneyi bulamazsam garip olurdum.   evde olması bile yetiyordu.




geçenlerde ,    incirli caddesinden  geçerken ,   açılmış pastane kafe sayısı sersemletti .     çoğu da dolu.bu insanların hiç mi işi yok ?     oturmuş herkes,     biyerlerde çene çalıyor.      kimse kimseyi beleş de  oturtmuyor ,     bir kahvaltı tabağı 10 tl den başlıyor ki,   evde bedava.      sonra gelsin,    çarşaf çarşaf, kredi kartı faturaları,biz de şaşalım.

hanımlar,     ne oldu okul arkadaşlarımızı ,ya da dostlarımızı evde ağırlamaya ?       hani      türk insanı misafirperverdi ?     turistlere seve seve gösterdiğimiz konukseverliği,         eşimize dostumuza neden gösteremiyoruz  ?     evimizi temizleyip,    süs püsleyip kapatıp atıyoruz kendimizi dışarıya.

pardon,  altın günlerimiz vardı değil mi ?      hani şu misafirlerimizi,       para ya da altın karşılığı ağırladığımız.
onu unutmuşum..

5 Ekim 2011 Çarşamba

yaşlı adam !     nasıl da zor yürüyorsun,      adım atmak     işkencen sanki
çökmüş omuzların ,     gayesiz bir sürüklenmedesin.      azıcık haberim var işinden;    zor,    seni aşıyor hatta. bilirim, günü tamamlama derdindesin.




dedim ya ,   duymuştum;     zoraki adımlar ,  götürüyor seni kankalarınla okeye.      gitmesen ne olur sanki ?
tatlı tatlı hoşbeş etsen z. teyzeyle,      bak o senin hayat arkadaşın,   sırdaşın

ah !   ama o elindeki de ne ?     şu meşhur ciğer katili.     tamam o zaman .   kararlısın,    kalan ömrünü kahve köşelerinde heba etmeye,      sigara parasına        bedenini işten eve- evden -kahveye      sürümeye
hakediyorsun;    devam o zaman , bu çileyi çekmeye.

görsel

4 Ekim 2011 Salı

evet,   bu sıcak günde,    bayram ziyaretimizi tamer abiye yaptıktan sonra,   epeydir düşündüğümüz seyahat  için önce   felanca tur şirketine gittik.
bankoda iki genç,   pür dikkat bilgisayara kilitlenmişler.      bilmesen internet dama oynadıklarını,    sanırsınki dünyaya düşecek meteorun,    koordinatlarını değiştirmeye çalışıyorlar,    o kadar ciddiler.
isteğimizi söyleyince ,internette gördüğümüz bilgilerin çıktısını tutuşturdular elimize .  sonra döndüler hemen sevgili monitörlerine , baktık birbirimize öylece.     e dedik,    biz bunu gördük internette,  ekleyecek bişey yokmu ?
yokmuş.   siz hangisini tavsiye edersiniz ?  dedim,   tüyo alabilmek için,    genelde işe yarar da.




içine kapalı bir çekirdek aileyiz ,  bizbizeyiz.      çocukların,    onları şımartacak dayıları olmadı hiç.   teyzeleri zaten yok.    hala ve amcaları da uzak .      o yüzden belki de alışverişte, sıcaklık  ararız.   hani satıcılar ikna etsin isteriz.    öyle   ki satış elemanına gıcık olup,  ford alacağımıza fiat almaya kadar, götürmüşüzdür işi.

burada da,  hayalkırıklığına uğradık tabii.    biz istiyoruz ki ;   bakın bu tur güzel,  şöyle  şöyle yorumlar var ,gidenler şöyle memnun desinler,   yol göstersinler.      hadi  biraz sıcaklık,  işin bu ,     pazarla bize yok yok o taraklarda bezi,     varsa yoksa dama .   peki dedik, kalktık    gittik

öbür tur şirketindekiler    ise    tam tersi,    müşterilerle     kanka olmuş.       ali abi ya,    yine mi    hong kong ? boşver.    hem bu kredi kartı çalışmıyor , diğerini versene.      sıcaklık istedik ama,       bunlar da pek hararetli  çıktı ayol.   onlar cıvıdıkça,    daha dikleşmişim koltukta,      eşimin tasviriyle ,kirpinin üstünde oturuyor gibiymişim. doğrudur.




kaçtık kaçıcaz da,    ne bulsak acaba ?     bir keresinde,      restoranın birini , masaya oturunca beğenmemiştik de,    menüye bakıp,    olmayan ne varsa onu istemiştik,    kalkmaya bahanemiz olsun diye .     bu sefer de,ya biz umre için gelmiştik de,   tüh yoktur sizde değil mi ?     ya da,      bhutan cibuti turu mu sorsak ? yok,vardır o körün gözü.
başka şey dileseymişim olurmuş ,    o turlar henüz açıklanmadı denmesiyle,    can havliyle attık kendimizi.

kısmet başka zamana,  başka şirkete kaldı artık.     mümkünse oyun oynamayan görevlilerle :(
şirketler,, ciddiye alıp bu işi yapmak isteyenlere,     pazarlama yeteneği olanlara, öyle bir haftalık felan değil,eni konu eğitim vermeli.

3 Ekim 2011 Pazartesi

sınav 1

akşam eşim,  bayram planını buyurdu,    pardon, duyurdu;    ben çoruma gidiyorum,   iki gün kalıp dönücem isteyen gelir diye.      halbuki karadeniz gezisine çıkalım diyordum çocuklarla beraber.




şu erkekleri hiç anlamıyorum.   hoş ,   anlayana kimsenin madalya taktığı yok ya .     20 yıllık evlilikten sonra bile, hem ortak kararlar diye  başlık atarlar,    hem de kendi başlarına böyle ahkam keserler.
tam da yumuşak başlılık kararı almışken ?    ( gizliden blogu mu okuyor?  diycem,konduramıyorum  )


  vakit sınav vakti ....neval şimdi ne yapsın ?


görsel

2 Ekim 2011 Pazar

karar 1

bu kadar aksi olmaktan,  sıkıldım artık...

bundan sonra ;




gece nöbetinden sonra burunda tüten,    fısır fısır yumuşak  bir döşek kadar dinlendirici,
(bu fısır fısırlık üzerinde biraz düşünmeliyim )

kan ter içinde evde koştursam da , belim kopsa da ağrıdan,
akşam gelen eşimi,    kızılcık şerbeti içmiş gibi,   keyifle karşılayan

ılık bir bahar yağmuru kadar serinletici,
kızgınlığın uç noktalarındayken bile ,    hay aksi şeytan yerine
hay sevimli iblis,   diyecek kadar kibar

birisi olacağım

1 Ekim 2011 Cumartesi

ergenim el kızını severse ,

üstüne üstlük ,   seni seviyorum derse ,  bıcırık ağzıyla...      ben de bunu duyarsam,     ne olur ?
elimde poşetlerle,    öyle kalakalırım  tabii




pazara gitme yasağını delmiş,       kendini bir nebze suçlu hisseden  anne,      kapıyı açıp elinde telefon,  arka odaya pısan oğlunun peşine takılıp,    gizlice dinler .
çünkü gözünün içine baktığım kıymetlim ,      kaç gündür dalgın dalgın gezer de ,      okul değiştirmekdendir diye, yüreğimi serin tutmaya çalışıyordum oysa .     hatta  goncamın,     kız meselesi mi acaba  ? diye dillendirdiği kuşkularını da,     kocaman bir özgüvenle;     yook canım ,  ne kızı ?      okulu sevmedi diye,   bertaraf etmeye çalışıyordum .      aldın mı cevabını , teyyare ?

minnoşum diye sevdiğin ,   kuru oğlun elin kızına şakırken telefonda,    öyle kaldın demi ?      zaten gizlice dinleyenler,     ne zaman mesut olacakları şeyler   duyarlar  ki ?
bozulursun öyle demi?    hele hele      bay dalgınbakıştan  ,    balşekeroğlana dönüşürse akabinde boncuk.

zaman ,    kendine dürüstlük zamanı;     kıskandım düpedüz.      sevgisini sadece bize bahşeden oğlum,   dışa açılma politikasına girmiş ,   enginlere yelken açmış hatta.

şaşırdım biraz da ;     bana benzediğini düşünüyordum,    sevgisini dile getirmekte tutuk olacağını sanırdım dolayısıyla.    pek rahat bizimki.
rahatsız oldum;      özel konuşmaya dahil olduğum için.   iyiki de o şaşkınlıkla ,  müdahil olmadım, odaya dalıverip.

şimdi biraz toparlandım    ve  gençlik işte diye hoşgörebiliyorsam da ,    galiba  aşk- meşk     konularını çocuklarımla hiç bir zaman konuşamayacağım .
yok, yok       fazla gelir bünyeye,      kaldıramam bu kadar medeniyeti..

şimdi de ,    uçan ayaklarla çıktı dışarı .      kaynanam da oğlunu ,     onbeş günde bir istanbula gönderirken bunları mı hissediyordu ?
affet beni kaynanacım....


görsel