dün gece köyden dönerken,    sağa kıvrılan    silivri tabelası, nerelere  götürdü bilseniz...
dayımın oğlu ,  harun abinin arabasıyla    bir köy dönüşü,    ilk ve son defa     sapmıştık oraya.
çocukken,   babam  meraklı olmadığından belki de,    hiç arabamız olmadı.      biz her gezmeye,   taksiyle giderdik.    2 saat uzaklıktaki köye bile.     tarifeler vardı  o zaman ,  taksimetreler değil.       sabahtan köye gider,     şoförü de    dönüşe kadar ağırlar,    hep beraber düşerdik yola.     tek şansımız,   trafik sıkışıklığı diye bir kavramın olmamasıydı .
o sağa kıvrılışımız,    yabancısı olduğum    dünyaya götürdü bizi;    harun abinin silivrideki yazlığına.     yengem misafirci,   güzelce ağırladı bizi.         yabancı dünya, çünkü ;   denizle aramızdaki ilişki,     bir kaç yılda bir dayımın ,   kumburgazdaki yazlığında bir hafta kalmamız.
o zamanlar,     nasıl da temizdi  istanbulun kıyıları;     kumburgazda ,    silivride masmavi ve    dipteki kumları ve kaçışan balıkları,  görecek kadar berrak.     sabahtan akşama dek ,   denizde kumda kaçışır,   tadını biz çıkarırdık.     şimdi,    o kadar bile zevk almıyorum denizden.     burada esas nokta ,  sık gitmek herhalde..
daha sonraları ,   genç kızken  komşumuz nurten teyzelerin,    kamilobadaki yazlığına gitmelerimiz, oldu bir kaç sefer.    yine tertemiz denize ve kuma.      gençlerin beraber gezmesi,    aile baskısından uzakta,    ilk defa yaşadığım özgürlüklerden biriydi.     daha sonraki deniz gezilerim   
bahsettiğim gibi,    adadaki yazlığa oldu. orası ayrı alemdi;    belki de kıyılar yosunlu olduğundan,   sandalla açılıyorduk,     güneş koruyucusundan bihaber,    ilk gün ıstakoz gibi olup,   acı çekiyorduk.
bir sene de , annemin romatizma ağrılarından dolayı, şarköye gitmişliğimiz vardır.    tam bir güvenle babam, kalacağımız yeri bulmayı,   rahmetli dayıma bıraktı ,ilk ve son kez.      iki aile,bir evin   bir oda ve bir mutfağına sığdık.     mutfak,çünkü babam mutfakta şezlongda yattı ,  dayıma söylene söylene.    şarköy o zaman moda,  pansiyon az zaten.      yer bulamamıştık.     evin önü    plaj olmasına rağmen,    sabah araba tutup,   beş on km uzakta,    kimsenin olmadığı yerlere giderdik,   rahat edebilmek için.      güneşlenirken,    keçilerin geçtiği bir yerdi.      denizine laf yoktu;    pımpırıl ve bizim gibi,   acemilerin tercih   ettiği gibi sığ.    babam şemsiye gölgesinden  hiç çıkmaz,     yine de en fazla haşlanan olurdu.
yengemi hala hatırlıyorum,    uzun pijaması ve takkesiyle,    bizden az uzakta güneşlenir ,    ara ara denizde yürürdü.    öyle diyorum , çünkü yüzemezdi.     aslında hiç sevmezdim onu,   annem ve teyzelerime   hep canlarını yakıp boyunlarını bükecek şeyler söylerdi.     ne düşündüysem,  iyilik edesim geldi,    gel seni yüzdüreyim dedim .     suda onu bir-iki döndürmüştüm ki,   suya düşen annemin çığlığıyla bırakıp, kadını aneye doğru koşmaya başlamışım,  farkında değilim.     benim arkamdan bu, bacak kadar suda batıp çıkmış,   az su yutmuş,ayağa kalkana dek.         o oldu,ondan sonra herkese,    beni boğacaktı diye anlattı senelerce.
oğulları yan yan baktı bana.
              
üniversiteye başladığım yıl ,    ilk sataşmasında ağzının payını aldı yengem,  sadece bu  kime benzemiş böyle  lafı çıktı ağzından .     hiç affetmedi beni.     oğullarıyla iyiydi aramız,     doldura doldura çocukları,  nefret ettirdi.      hala bir cemiyette karşılaşalım ,    düşman gibi bakıyorlar,   en az 25 yıl geçti oysa..    önceden deve kini deyip kızarken ,    şimdi  eğleniyorum sadece,   onlara sırtımı dönerken.     ağır bir yük olmalı ,   birine duyduğun nefreti,    bu kadar uzun süre devam ettirebilmek,   hem de bir hiç için .     acımalıyım aslında onlara.    belki bir gün ,   o aşamaya da gelirim,bilinmez.
bakarmısınız ,   bir silivri tabelası nerelere aldı götürdü   ?      ömür  kanatlanmış uçuyor,    bugüne dönmem lazım hemen .  
acil bir avm turlaması mı yapsam ,  acaba ?
görseller